Paylaş
DİLİMİZE Arapça’dan geçmiş bir sözcük olan “mel’un” (lâ’n kökünden gelir) ve “lânetli, lânetlenmeye lâyık” anlamlarını taşır. Siyasî bir tahlil olarak, bu kelimeyi en yerinde ve kapsamlı olarak kullananlardan birinin de Sultan VI. Mehmet (Vahidettin) olduğunu düşünmüşümdür hep...
Zira, Sultan Vahidettin’in kızkardeşi (Mediha Sultan) ile evli olan (Damat) Ferit Paşa hakkında, “Dünyada üç mel’un vardır. Bunlar bir sacayağıdır. Biri bizim hemşire, biri zevci olan Ferid, biri de oğlu Sami” dediğini, mâbeyn başkâtibi olan Ali Fuat Türkgeldi’nin, “Görüp İşittiklerim” adıyla kaleme aldığı hâtıralarından öğreniyoruz.
50 yaşımdan sonra bu çıkarımı sorguluyorum. Hele, şu son birkaç gün içinde yaşadıklarımızı düşünüyorum da, “Sultan Vahidettin bugünleri görseydi bu sınıflandırmayı mutlaka değiştirirdi” diye geçiyor aklımdan...
Damat Ferit bile mel’un görünmüyor gözüme
VE yakın tarihimize ilişkin “mit”ler birer birer yıkılıyor zihnimde... Yukarıda sözü geçen Damat Ferit Paşa’dan bile özür dileyesim geliyor. O Ferit ki, “bazı hallerde hamakât (ahmaklık), hıyanetten daha tahripkâr olur” yakıştırması, paşa için uydurulmuştur... O Ferit ki, Sevr’in altında imzası vardır; bugünlerde pek bir masum görünüyor gözüme. Meğer tarih daha kimleri kaydedecekmiş...
Ve küçük bir açıklama
EFENDİM... Gazetelerin bölge eklerinde yazanların ülke ve dünya gündemi üzerinde kalem oynatması bazı okuyucu için öncelikli görülmediği gibi, yazı işleri tarafından da pek makbûl karşılanmaz... Gel gelelim, ülkemizin içinden geçtiği “zımparalı tünel”in can acıtan gerçekleri, bilgisayarın başına her oturuşumuzda, Fuzulî’nin, “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” dizeleri gibi ayağımıza dolaşıyor. Demem odur ki, zaman zaman Ege’nin dışına taşan satırlarımızın, hem “İzmir’den böyle görünüyor” parantezinde yorumlanması, hem de “bu coğrafyaya ait bir duruşun, zorunlu yansıması” olarak değerlendirilmesi, bu köşenin yazarını mutlu edecektir. Aşağıdaki anekdot, işte böyle bir armağandır.
Sevr’e gitmek için demir alan geminin halatı, Bebek İskelesi’nin şamandırasına dolanır. Halatı kurtarmak için dakikalarca uğraşırlar. Sanki iskele, “geminin bu uğursuz yolculuğa çıkmasını” istememektedir. Yaşananlara uzaktan şahit olan Abdülhak Hâmit ve Yahya Kemâl’in ağzından, birbirini tamamlayan iki mısra dökülür: “Söyle bir gün gelirse sırası / Kasdın ne idi Bebek Şamandırası?”
O hesap; arşivlerde izi kalırsa yazdıklarımızın ve meraklısı tekrar okumak için “tıklarsa” bir gün, “Kastın ne idi Nihat Demirkol?” diye sorsunlar isterim.
Paylaş