Paylaş
Hâl böyle olunca, oturduğu yerden bestecinin yüzünü görmeyen bir köşe yazarı, “kendi gözlüğü”nden filân yazamaz yazısını artık. Aklı hep, acaba (Giacomo Antonio Domenico Michele Secondo Maria) Puccini “en çok kimi alkışlardı ?” fikrine meyleder. O meyilden tahminler üretir.
Yaratıcının, en büyük estetik armağanlarından biri olan insan sesi, öylesine büyülüdür ki, o sesin yanıbaşındaki “enstrüman - eşlikçi” hep gözlerden uzağa düşer. Oysa, müzikal birlikteliğin “kaderde, tasada, kıvançta ortak” yapıtaşıdır refakat. Müzik tarihinde, (alaturka faslı dahil...) “gölgede tükenmeyen sabırla lâmbayı tutan” bu özel insanların yeri ayrıdır. Sanıyorum, konser akşamında en çok piyanist-repetitör Alessandro Zilioli’yi alkışlardı Puccini. Ve geçen yılın sonlarında, UNESCO tarafından, “somut olmayan kültürel miras” ilan edilen “İtalyan opera şarkıcılığı sanatı”nın, çok genç ama yükselen yıldızları soprano Gesua Gallifoco ve tenor Giuseppe Infantino ile de gurur duyardı kuşkusuz. “La Boheme, Madam Butterfly, Altın Batı” gibi operalarından seçilmiş kendi aryalarına da bir alkış gönderirdi mutlaka. Konserin bis parçasının, büyüğü “Verdi”den seçilmiş olmasını da, alkışlardı elbette...
Son ve büyük alkışı da, Agora’dan esirgemezdi diye düşünüyorum. “Ölümsüzlüğün, zaman ve mekânla olan ilişkisi”ni, en az bizler kadar Puccini de hissetmiştir konser gecesi. Onun, alkışlamayı akıl edemeyeceği önemli bir ayrıntıyı ise, biz hatırlatalım. Tarihî desenimizin, kent dokusunun yaşayan bir parçası olması için, Festival konserlerini düzenlerken, eşzamanlı olarak İzmir’in kültürel mirasını da kucaklamayı ihmal etmeyen İKSEV’i de biz alkışlayalım.
Dünya hali işte... Biz konserden çıkarken, ajanslar şu haberi geçiyordu: “İtalya'da merkez solun adayları 6 büyük kenti kazandı...” Ölümlüler, ölümsüzlerden habersiz, yine “kendi dünyaları”nı kurtarıyorlar (demek geldi içimden...)
Paylaş