Paylaş
Bakın, bu “özürlü olduğumuz netâmeli konuyu”, hece'nin büyük şairi, ailemizin aziz dostu, baba yadigârı rahmetli Halil SOYUER amca, “içkisini yudumlamaktan mahrum bırakıldığı son günlerinde”, hastanede yazdığı (bir nevi) vedâ (ÖZÜR) şiiriyle nasıl paketleyivermiş:
“Mey’i savunduğum şiirler dahil / Bütün dizelerden özür dilerim,İçki dosyasını artık kapattım / Bütün mezelerden özür dilerim.Demek yıllar beni, fazlaca yormuş / Altmış yıllık dosttan kopmak ne zormuş,Zamanla İnsan da bayatlıyormuş / Bütün tazelerden özür dilerim...”
Balıkesir- Havran’ın yetiştirdiği Ustayı, 2004’te kaybettik… Kasım 2011’de, şunları yazmıştım: “... Ben kısa pantolonlu çocukken, o ‘dev bir şair’di… / Büyüyordum; ‘Cümle şarkılar yarım gözlerinde bu akşam / Bütün unuttuklarım gözlerinde bu akşam’ mısralarıyla tanıştım. Aynı yıllarda, radyolardan da Zeki Müren’in sesi yükseliyordu; ‘Hançer-i aşkınla ey yâr sinem üzre vurma hiç / Öyle bir derde giriftârım ki halim sorma hiç...’ diyordu, SOYUER’in güftesiyle, Ekrem Güyer’in hicaz şarkısında... /…’Gideceğin yere beni de götür’ diyen de oydu, ‘Nasılsın?’ diye soranlara, ‘Suya düşmüş söğüt dalı gibiyim’ diye cevap veren de... “
Şiirlerindeki ucu bucağı olmayan kavram zenginliği, sözcüklerin hayret uyandıran raksı, en önemlisi, “dolaştırdığı lâfın dolaysız ve açık gücü”, O’nu “ozan geleneğimiz”in de ayrılmaz bir parçası yaptı. SOYUER’in sohbet sofrası, sadece düzeyli rekabetin boy attığı şiir akşamlarından ibaret değildi; aynı zamanda bir anılar albümünün sayfaları çevrilirdi geriye doğru… Dahası, içki içmesini bilen “Beyefendi” insanların, yeme-içme kültürünü de sakındığı meclislerdi. “Mey”, hoş bir vesileydi aslına bakarsanız… Ocak 2014’te; ölümünün 10. Yılında, (Halil amca ve eşi Münevver teyzenin ölüm yıldönümünde) oğlu Emrah SOYUER, Şairin “BÜTÜN ŞİİRLERİ”ni tek kitapta topladı. Bir ömre sığdırılmış yaklaşık 900 şiiri içinden, Sizler için (özellikle) “özür dilediği sofra”dan ilham almış, o sofralara ilham vermiş birkaç tanesini seçtim. Yerim dar; sadece alıntılar yapabileceğim.
Yıllar öncesinden, “Ne söylense yeri var / Beni yakan biri varBin içki tesiri var / Gözlerinde bu akşam…” diye sesleniyordu. Bazen yakınıyordu;“Üzümler çürürse asma dalında / Görünce ağlarmış bağ durup durupYazdan kapılırsa göz telâşına / Yer yer sararırmış dağ durup durup…” tadında.Sevdânın esrik halleri de nasibini alıyordu, yeri gelince elbet;“Yıllar geçse gördüğünü terk etmez / Dediğinden vazgeçip de çark etmezRakı içmiş votka içmiş fark etmez / Sarhoşsa bağrımda sızar gözlerin…”Bir devrin terbiyesine mensup olduğu için, masadaki önemli eksikliğin altını da çiziyordu:“Dünyada içki için kurulan masalarda / Ah çekermiş kadehler içkiyle dolmayıncaKadehlerin dolması öyle zor bir şey değil / Masalar ağlıyormuş bir hanım olmayınca…”Hayata hep gülerek baktı; ama bazen sitem de sıkıştırırdı araya;“Kadere sözüm yok dertle arama / Girmeyin kadehler bugün keyfim yok,Kalkıp kalkıp beni ince yerimden / Vurmayın kadehler bugün keyfim yok…”O sofralar ki, zaman zaman üstatları da ağırlıyordu:“Tanbur mahallesinin (yay) sokağı içinde / Sadun Aksüt o gece neler neler var etti…Gönüller öylesine coştu ki o gecede / Kadehteki içkiler mezeyi inkâr etti…”Ya, kadehle, çapkın bir zerzenişin şu zarif buluşmasına ne demeli ?“Şu yollarda kaybolsa da izlerin / Gecelerden farkı yok gündüzlerinBakış bakış içki verir gözlerin / Bana, dudaktaki meze yetişmez…”Baki hasreti, “Yıllar yılı kış ömrümü içerim / Kadehime bir parçacık yaz doldur,Nasıl olsa giden geri dönmüyor / Az doldur bu akşam garson az doldur…” deyip savuştururken, “mey faslının vaktini”, sevgilinin gelişiyle tarifliyordu:“Şaşırmışım hem günleri hem vakti / Akşam olur çıkar gelir dem vaktiDem vaktiyle sen de gelsen tam vakti / Zaman daha geç olmadı bir tanem…”
Hâtırası kalbimizdedir; nûr içinde yatsın !
Paylaş