Paylaş
Saçları için ‘Koyu Kestane’ dendiğini duyardım. Bana sarıldığında, içinin titrediğini hissederdim. Zaman geçtikçe daha iyi fark ediyorum ki, ‘Muazzam’ bir kadındı... Öyleydi ya da bana öyle gelirdi. Ne fark eder? Güzel kadındı vesselâm... ‘Edirne Muallim Mektebi’nden 1930’da mezun oldu. Yatakhanede, devrin moda şarkısı olarak ‘Senelerce aşkı anmış mahzun kalpler hep ağlarmış’ı söylediklerini anlatırdı; sesi güzeldi. Klâsik keman çalardı. Fransızca bilirdi; eski yazıyı da bilirdi. 1932’de anne oldu. Küçücük kızıyla bir köyden diğerine ulaşabilmek için at binmeyi, silah kullanmayı öğrendi. İyi poker oynardı. Rakı içerdi. Kitap da okurdu. Renkli televizyonu gördü, ama internete yetişemedi. Nüfus kâğıdında ‘Karne Devri’nin gölgeleri vardı. O bir Cumhuriyet öğretmeniydi...”
Bu paragrafı defalarca kullandım yazılarımda…
Yazmaktan, paylaşmaktan bıkmayacağım; çünkü okumaya doyamıyorum !
Çünkü, her 24 Kasım geldiğinde,
benim için “Öğretmenler Günü”nün kutlanması,
yukarıda anlattığım seviyenin kutsanmasıyla eşdeğer bir hâl alıyor.
Özlediğim sadece kendisi değil elbet;
gönlümdeki Türk öğretmenini özlüyorum.
“Nazmiye Hanım, 1960’larda benim ilkokul öğretmenimdi;
o benim anneannemdi Efendim !” Nûr içinde yatsın...
Nazmiye Hanım, 1910 doğumluydu.
Bu hesaba göre, aşağıda anlatacağım ziyaret,
kendisi Edirne Muallim Mektebi’nde okurken gerçekleşmiş olmalı...
“…Kapı açılır... Mareşal Fevzi Çakmak, kalabalık bir grupla sınıflarına girer.
Dersi dinler bir müddet ve arkasından ‘muallime namzedi hanımlar’a birkaç soru sorar. Nazmiye Hanım’da iz bırakan, cevabın bilinememesi üzerine, sorduklarının birine Mareşal’in verdiği cevaptır. Soru basittir aslında; ‘Neden ecnebi memleketlerde herkes başı yukarıda, karşıya bakarak yürür de, bizim memleketimizde insanların başı öne eğiktir ?’
Biraz suskunluk, kırık dökük birkaç tahmin ve yakıştırmadan sonra,
o gün için kimsenin gündeminde olmayan bir cevap düşer orta yere:
-O memleketlerde yollar katranla taşın karışımından mamûl bir satıh ile kaplanıyor.
Yollar böyle toz toprak değil, çukur mukur da yok...
‘Yürüyenler, adımlarından emin oldukları için karşıya bakmakta mahzur görmezler’.
Ama bizde, tökezlememek için, taşa takılmamak, çukura düşmemek için,
mutlaka önüne bakmak mecburiyeti vardır.
Pek kısa zamanda bizim de yollarımız aynı evsafa ulaşacak; merak etmeyin-”
Bu paragrafı da, başka bir vesileyle, başka bir yazımda kullanmıştım.
Aynı “kıssa” ve aynı “hisse”ye dönüp durdukça,
nasıl utanıyorum bilemezsiniz ?
Yaklaşık 90 sene sonra, bir “Öğretmenler Günü”nü daha, “başımız önde” karşılıyoruz.
Keşke, bizi yetiştiren öğretmenlerin yüzüne bakamayışımızın sebebi,
yollarımızın perişanlığı olsaydı (da bu kadar utanmasaydım…)
Yürürken, adımlarından emin olamamaya razı hale geldik.
Nazmiye Hanım’ın şahsında,
hâtıranız önünde eğiliyorum: “Öğretmenim saygı sana…” (https://www.youtube.com/watch?v=c_dukzikVhY)
Paylaş