Paylaş
Amerikan sineması, fantezi bir komediyi, “dünyalılar”a seyrettirmeyi başardı. Bu seyirci kitlesi içinde, hayatında hiç müzenin önünden geçmemiş, geçtiyse de hiç içeriye girmemiş kaç kişi vardı bilemiyorum. Ama dolaylı olarak, milyonlara dokunduğu, dahası, seyir zevkini sollayıp, birilerinin aklına “müzede başka bir hayat var” fikrini sokuşturduğu ayrıntısı da ıskalanamaz.
Cumhuriyet kuşağını saymazsak, bizde “müze ziyareti”, sönümlenen bir ihtiyaç haline geriledi. Bu konuda, yetişkinlerin, yetişmekte olanlara iyi örnek olamadıkları bir ülkeyiz. 3 vakte kadar, müzeciliğin “sanal müze” fazını da fırsat bilerek, başka bir kümeye düşeceğiz ve elimizde sadece “türbe ziyaretleri” kalacak. “Açık hava müzesi” denilen Anadolu’da yaşayıp da, “geçmişe bu kadar kayıtsız” kalmanın bedelini ödemekte olduğumuzu fark etmeden üstelik… “Bir müzenin önünden geçtiğinin farkında olmayan kaç kişi var aramızda ?” sorusuna dönelim. Çünkü, asıl paylaşmak istediğim, bir “farkındalık yaratma projesi…” Türk Musikisi Konservatuvarı Müdürlüğü yanında, 2013’ten beri Etnoğrafya Müzesi Yöneticiliğini de yürüten Prof. Mehmet Öcal Özbilgin’in, “gönül dostlarıyla birlikte” kotardığı, “hem kültür hem de halkla ilişkiler” rengindeki başarı öyküsüdür bu.
Hayaletler kadar fantastik gelmese de, “Müzede sunum ve sergi” desem, noktayı da “Müzede Müzik” diye koysam; acaba kaçımız, “bu ‘işaret fişekleri’nin, ‘Ege Üniversitesi Etnoğrafya Müzesi’nden atıldığını biliyorum” diye parmak kaldırabilir ? Kaç kişi, Bornova’nın “orta yerinde”, üstelik hiçbir ücret talep etmeden, sadece Eylül 2016’dan bugüne kadar, (pek seçkin) “6 sunum, 4 sergi ile 6 konser ve dinleti”nin, (onlar da ‘seçkin’ nitelemesini hak ediyorlar) meraklısı ile buluştuğundan haberdar olduğunu söyler ? İşte,“mütevazı, fakat butik bir konser salonu”na dönüştürülmüş bu müzede, Seher Erkan’ın açıklamalı dinletisinde, “Türk Müziğinde Viyolonsel” ile buluştuk.
Seher Erkan’a, yine Türk Müziği Konservatuvarı’ndan Dr. Çağrıhan Erkan piyano ile, Lisans 2 öğrencileri ise, Kanun, Keman ve Ud ile eşlik ettiler; zaman zaman… Sunumda, “Uluslararası Sanat Müziği” ve “Geleneksel Sanat Müziğimiz” terimlerinin birlikte kullanılması, seçici ve parlak bir nokta atıştı. “Viyolonsel’in (ya da diğer bilinen adıyla çello), ortak icradaki ‘bas ses’ ihtiyacından doğuşu, giderek ‘solist’liğe yükselişi, ses genliği, Türk Müziğindeki ‘eşlik sazı’ kimliği, teorik ve deneysel uygulamalar, geliştirilen baskı ve yay teknikleri, yeni yeni yaratılan küçük etütler, transpozisyondaki bize özgü fark, ayrıntı ve ayrıcalıklar, nihayet sanatın doğasındaki ‘yakıştırmalar’ hakkında…” akademinin sertliğinden uzak paylaşımlarda bulundu sanatçı hocamız. En güzel mesajı ise, “ve sonunda her şey biraz da gönlümüze kalmış” cümlesinde saklıydı.
Saint Saëns’ın “Hayvanlar Karnaval”ından bir bölüm, Bach’ın “Sol Majör 1. Süiti’nden 6. Bölüm” ile önce “nedir bu Viyolonsel ?” sorusuna yanıt verildi. Refik Fersan’ın Rast Medhal’ini (toplu icra ile) dinledik ardından. Tanburî Cemil Bey’in, kemençe tanbur ve yaylı tanburda olduğu gibi, Türk Müziğindeki “önder ve örnek” kimliğinden bahsedildi. Ve Şair’in “Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta / Tanburî Cemil Bey çalıyor eski plâkta…” dizelerine “nâzire olsun” der gibi, (taksim besteciliğinin mucidi ve ustasından) eski bir taksim kaydı dinletildi. “Ud’un Paganini’si denilen Şerîf Muhittin Targan’ın icracılığı da unutulmadı. Sonrasında, Tanburî Cemil Bey’in Ferahfezâ Saz Semaîsi’ni, Piyano’nun “batılı kulağını da okşayan, özgün” eşliği ile dinledik. Erdal Tuncalar’ın, “Çello için Uzun Hava”sının ardından, Çağrıhan Hoca’nın “Sözsüz Şarkı / Yükselen Güneş” diye takdim edilen bestesiyle son buldu program. Bir “akşam üstü kaçamağı” ile tazelendik. “Gönlü değen” herkese teşekkürler. Bu etkinlikler çoğaldıkça, “farkındalığımız” hep beraber yükselecek. O kadar ki, bir gün gelecek, matbaacı dostlarımız da, enstrümanların adını (kimse söylemeden) doğru basmayı öğrenecekler.
Paylaş