Paylaş
AYN-ı Âli’yi bilenler bilir...
Kimi “nargile”si, kimi “Sultan Çayı”, kimi müziği, kimi dekoru, kimi de “mekân”ın işletmecisi Levent Bey, bir kere “Hikmetinden sual olunmaz” desin diye uğrar.
Ama müdavimlerin ortak noktası “herkesin kendi sebebinde bulduğu, dostluk ve huzur”u paylaşmaktır.”
Bahsettiğim yerde, her sebebin cevabını “nasip” sözcüğünün verdiği bir akşam (daha) yaşandı.
Kimi okunan “Aşr-ı Şerîf”ten, kimi, Hâfız Halil Necipoğlu’nun açılıştaki tadımlık “tasavvuf rüzgârı”ndan, kimi geceyi takdim eden Tarık Yener’in “davûdi” sesi ve üslûbundan, kimi Kâşif Demiröz’ün “ney’ine gizlenmiş segâh”tan, kimi Mehmet Dönmez’in “kanun’unda cesaretlenen hicaz”dan, kimi Manisa’nın evlâdı Enis İçer’in “nevniyaz kemençesi”nden, kimi Muhammet Emin Ayaz’ın, Rakım Elkutlu’nun Nihavend’iyle sorduğu, “Mümkün mü unutmak güzelim, neydi o akşam ” ısrarından, kimi Selim Öztaş hocamızın sahneyi dolduran (bildik) ustalığından, “Kimi hepsinden, kimi hiçbirinden” nasiplendi. Yani Ayn-ı Âli’de (yine) “nasibi kadar aldı” herkes...
Benzer etkinlikler önceki yıllarda da gerçekleştirilmişti.
“Geleneksel” hale geleceği müjdesini de aldık.
Ama geceyi bence öncekilerden (ve belki de sonrakilerden) ayıran en önemli fark, “konserin rahmetli Ahat Uruk’un hâtırası”na düzenlenmiş olmasıydı.
Sevenlerinin aynı “havayı teneffüs etmesi” tesadüf değil elbet.
Bu “İhvân-ı Vefâ” duygusu, Ayn-ı Âli’nin hamurunda var.
Burada adını anamadığım; eli değen, fikri değen, gönlü değen herkese şükran...
Sanatın belki de en güzel tarafı, sanatçının da belki en büyük tâlihi, hiçbir rengin, hiçbir notanın, hiçbir sözcük, mısra, tasarım, tarz ve tavrın yok edilemiyor olmasında; “Kubbenin bir yerinde, bakî kalıyor hoş sâdâ...”
Konserin sonlarında, Selim Hoca’dan bir bestesini seslendirmesini istediler; “Yapamam” dedi.
“Ben o şarkıyı, sağlığında Ahat’a vermiştim; yapamam, burada okuyamam...”
Bilenler bilmeyenlere “hangi şarkı”yı fısıldadı.
Ben de kendi tahminimi yazayım, öyle bitirelim.
Bir konserde seyircisinin Ahat Uruk’tan “Bir daha, bir daha...” alkışlarıyla 3 kere okumasını istediği şarkıydı muhtemelen.
Ben de, “O şarkıya başka hiç kimsenin böyle ruh verebileceği”ne inanmayanlardanım.
Nereden mi bildim?
Şarkının adı “Leylâ’nın Öğrencisi” diye yerleşse de dillere, Selim Hoca’nın bestesinin ilk mısraını inkâr eden (Göz pınarlarım bomboş...) hüznünden anladım galiba.
Paylaş