Maestro ve yorum farkıyla…

“Sofistike harmoniye sahip ve dinleyicinin ruhunu istilâ eden bir aşk hikâyesi” denilen “Oblivion”, yıl bitmeden, yine İzmir’de tutsak aldı bizi…

Haberin Devamı

Nisan başında, “…bir konser yazısına, hiç ‘son’dan başlamamıştım. Yani ‘bis’ üstüne gevezelik ederek… Ama olabiliyormuş !” demişim önce. Sadece birkaç hafta sonra da, tekrar dinlerken, sanatçıların arkasından, Astor PIAZZOLA geçiverdi gibi geldi bana…” diye eklemişim…

OLTEN Filarmoni’nin Kasım ayındaki konuğu , (program kitapçığındaki fısıltıya göre) “tango ve senfonik cazda olduğu kadar, klâsik alanda da klarnetin tonal olanaklarını genişletmiş olmakla ünlü” Andy MILES idi… Gösterişsiz bir özgüvenle üfleyen virtüöz sanatçı da, “Oblivion” ile bitirdi kendisine ayrılmış dakikaları… Dinleyici, kısa bir zaman diliminde, bir parçayla bu kadar yakın “ülfet” ettikten sonra, notaların ‘’zirvedeki hüzünü aşka, zirvedeki aşkı hüzüne” çeviren “dokunaklı sadeliği”nde, artık onun, “-unutma ve unutulma-dan fazla bir şey olan tercümesi”ni de ister istemez içselleştirmiş oluyor.

Haberin Devamı

Kara KARAYEV’in “Üç Minyatür”ü ile açıldı konser… Yani Azerî ve Sovyet kırması bir tütsü ulaştı kulaklarımıza. Bizim 90 yılda hâlâ yakalayamadığımız bir sentez kadar yakındı “Biz”e… Ardından, PIAZZOLA’nın 1900’lerde başlayan ve “Genelev-Kafe-Gece Kulübü” sürecinde evrilen, ya da son istasyona devrimle tutunan “Tango Tarihi”ni resimledi MILES, klarnetiyle; adım adım, anbean… Son olarak, (dünyanın en tanınmış klarnet solosu olan) “Rhapsody in Blue” ile başlayan üçlemeyi seslendirdi sanatçı ; “It’s Fascinatin Rhythm…” Dediğim gibi, “ara”ya, “Oblivion”un yerden kestiği ayaklarla ulaştık…

İkinci bölüm, “Türk Beşleri”nden Hasan Ferit Alnar’ın, 1935’te Avusturya’da yazdığı “Prelüd ve İki Dans” ile başladı. Orta şark’a has müzik geleneğinin, doğaçlama, zeybek ve hattâ köçekçenin, (bestelendiği yıllara özgü karakteristik ve katolik bir dokunuşla şekillenmiş) hoş deformasyonu ile kulaklara yerleşmiş bir klâsikti çalınan… Bu parlak tınıyı, maestro İbrahim YAZICI’nın beden dilinde de okuduk… Finale, Usta işi bir seçimle, Zoltan Kodaly’den, 1933’e tarihlenen “Galanta Dansları” yerleştirilmişti. Gecenin sürprizi, solist sanatçı MILES’ın, (solo klarnet partisyonu için) bu kez büyük bir olgunlukla orkestra sandalyesine oturuvermesiydi. Bela Bartok’un, Macar halk ezgilerini içeren bu eser için “yüksek bir sanat abidesi” dediğini ve böylesine genç bir orkestranın, güçlük derecesi yüksek bu repertuvarı seslendirmedeki başarısını, bizzat MILES’ın da alkışladığını duyduk.

Haberin Devamı

Hep dolu salonlara çalan OLTEN Filarmoni, kendi seyircisini de oluşturmuşa benziyor. İşin ilginç yanı, konserlerinde rastladığımız özellikle kombine bilet sahipleri, diğer konserlerin dinleyicisi ile aynı profilde değil. Bu neden önemli ? Çünkü, İzmir’de seçkin müzik buluşmalarına katılım, (abartılı bir genellemeyle bile olsa) “ben de oradaydım” iddiasından nasiplenmek ekseninde yoğunlaşır. Hele “dünya ölçeği”ndeki solist ve orkestralar ağırlanırken, konserin öncesinde ve sonrasındaki “kadehli ve atıştırmalı” resmin içinde olmak, en az etkinliğe katılmak kadar önemsenir. Zaten “geç kalmalar ile ara verildiğinde -e daha Çeşme’ye döneceğiz- sıvışmaları ve sponsorlara tahsis edilmiş koltukların ısrarla boş kalması” da bu eğilimi olumlar. OLTEN seyircisi ise “haklı olmak için değil, mutlu olmak için” orada bulunduğunu açıkça hissettirirken, ben “akıl, duygu ve zarafete tâlibim” diyor.

Haberin Devamı

(Henüz…) işini yaparken, sadece çalıp söylemeyi yeterli bulan “müzik işçileri”ne dönüşmemiş genç topluluğun, ”dem aldıkça”, bu hallerini kaybetmemesini diliyoruz. Yukarıdaki paragrafla birleştirdiğimizde, OLTEN Filarmoni’nin, sanat gündeminin içinde, “büyüklenme ve burun farkı”yla değil, “repertuvar ve yorum farkıyla” yer alacağı anlaşılıyor. Bir şeyin daha altını çizelim: Topluluğun, seyircisiyle sakınmadan paylaştığı ve Çetin ALTAN’ın “poz ve caka” dediği “kasıntı”dan uzak duran, dahası gülümseyen bu enerjinin önemli bir bölümü, Şef İbrahim YAZICI’dan kaynaklanıyor. “Benim Gözlüğümden” bakınca, OLTEN’in, “bistro farkı”yla değil “maestro farkı”yla ses getirmeye devam edeceğini söylemek geliyor içimden…

Yazarın Tüm Yazıları