Paylaş
Joshua Bell & Sam Haywood konseri ile başlayan 30. Uluslararası İzmir Festivali, 116 yıllık müzik geleneğini, yenilikçi projelerin cebinde taşıyan, bir “kültür elçisi”nin ziyaretiyle sona erdi. Viyana Senfoni Orkestrası’nın Efes Antik Tiyatro’daki varlığı, “Festivaller Kenti”nin imbatına, “Fırtına”lar estirerek karıştı. Genç kuşağın en parlak piyanistlerinden sayılan Alice Sara Ott ise, kırmızı elbisesi ve “çıplak ayaklı” özgüveni ile sahne aldı.
“Kalpleri ¾’lük atanların şehri” ifadesi, kuşkusuz hoş bir “yakıştırma”dır Viyana için… Nitekim, 1946 yılından beri, Bregenzer Festspiele’de misafir Orkestra olarak yer alan bu efsane Orkestra, opera ve senfoni türünden performanslarının büyük çoğunluğunu, yılda bir kez denizin üstüne kurulan sahnede gerçekleştiriyor. “Yılda bir kez” deyince aklıma düşen ironiyi de paylaşmak isterim… “Açılış gecesinde, İzmir Valisi ve Büyükşehir Belediye Başkanını görmek, kentin sanat ufku açısından umut vericiydi… / Ama hemen karar vermemek lâzım” demiştik; iyi de etmişiz. İKSEV’in evsahipliğinde 30 yaşına basan Uluslararası İzmir Festivali’nin, başka hiçbir etkinliğinde kendilerini göremediğimize göre, “denizin üstüne yazılan yazı misali, ‘yılda bir kez’ yeter de artar…” diyorlar herhalde.
Orkestra, açılışta, Çaykovski’nin, Shakespeare’in aynı adlı eserinden esinlenerek yazdığı fantezi uvertürü “Fırtına”yı, “çağımızın heyecan uyandıran şeflerinden” biri olarak tanımlanan Amerikalı Şef Robert Trevino yönetiminde yorumladı. Finalde, Dvorak’ın, bir besteci olarak “müzikal tasarımının zirvesi” kabul edilen 7. Senfonisi vardı. Özellikle, “Scherzo vivace / Poco meno mosso” bölümü, Orkestranın (sürpriz olmasa da…) nefes kesen yetkinliği ile “finalin de finali” tadındaydı. Viyana Senfoni ve Maestro Trevino, “Bölüm aralarında alkışlanmaz” kural ve nezaketini, her konserde olduğu gibi, Akdenizli pervasızlığı ile hiçe sayan (ve sadece böyle parlak konserlere, biz de oradaydık demek için gelen –profesyonel-) seyirciye, dinmeyen alkışlar üzerine “3 Bis” ile teşekkür etti. Önce, Dvorak’ın 1 numaralı Slavanic Dansı, ardından Brahms’ın 5 numaralı Macar dansı ve Strauss’un Thunder and Lightning adlı eseri seslendirildi. Açıkcası, Viyana Senfoninin yaş ortalamasını bu kadar genç beklemiyordum. Bir güvercin uçurdum, oturdum yerden Müzik Direktörü Philippe Jordan’a; “sefere evde bıraktıklarınızı da getirin…”
Sanatseverler, “Çıplak Ayaklı Kontes” fikriyle tanıştıklarında, takvimler 1954’ü gösteriyordu ve başrolde Ava Gardner vardı. Benim kuşağım Demis Roussos’u da unutamaz… 28. Festivalde, “İpek Yolu ve Yo-Yo Ma”nın İranlı virtüözünü, sanatın yalın ayak sadeliğinde ağırlamıştık. Haziran’ın başında da, Bahar Dördüncü aynı resmi vermişti bize… Cumartesi gecesi, topraktan aldığı enerjiyi, tuşlara aktaran bir başka sanatçıyı alkışladık. Liszt’in 18 yılda tamamladığı ve son haline 22 yılda getirdiği, bazı müzikologların “bir melodinin hayatı ve maceralarını resmeden senfonik şiir” olarak tanımladığı, “2 numaralı La Majör piyano konçertosu”nu, Alman-Japon piyanist Alice Sara Ott’tan dinledik. Her piyanistin çalmaya cesaret edemeyeceği bu eserin icrası, The Guardian’ın, sanatçı için kullandığı, “insanların ağzını açık bırakan, hayranlık uyandırıcı efsane bir performans…” ifadesinin bir abartı olmadığını söylüyordu. 2.74’lük (yol yorgunu) Steinway’in başında, konçerto içinde, önce Çello, sonra da Flüt ile flört etti bir müddet… Seyircinin, sert, rüzgârlı, tavizsiz ve özgür yorumuyla sersemlediğini kendisi de biliyor olmalı ki, “Bis” olarak seçtiği “Chopin’in la minör valsi”nde, kan kırmızı elbisesinin, “gül kokulu, yumuşak tuşesi” vardı bu kez.
Paylaş