Paylaş
O zaman, paketleyelim konuyu artık; iyice adrese teslim hale gelsin... Bildiğiniz gibi, Rıfat Nalbantoğlu’nun istifasından sonra yerine yeni bir İl Başkanı atandı, uğradık, “hayırlı olsun” dedik. Biz saf saf zannediyoruz ki, “kurumlarda devamlılık esas”tır. Zaten memleket seçime doğru kaymaya başlamış. Vakit düşünmek, üretmek ve projelendirmek vaktidir, nerdeeee?” Desteğin hissedilir biçimde azaldığını fark etmemize rağmen, bütün komiteler harıl harıl çalışmaya devam ettiler. Hazırlanan raporlar, hep “bi geçsin de...” barajına takıldı, “Şu kurultay bir geçsin de ön seçim bitsin de listeler bir belli olsun da” gibi... Ben, “Kültür ve Sanat” ekibinin yalancısı olarak, kendi yaşadıklarımı anlatacağım. İsterim ki, diğer komitelerdeki arkadaşlar da eteklerindeki taşı döksünler de ahali, “şu iplikleri bir de pazarda görsün.”.
“Prof. Dr. Murat Tuncay, Altuğ Dilmaç, Ümit Tunçağ, Cemre Aslan, Esen Kesecioğlu, Günay Toprak, Doç. Dr. Gürcan Polat, Haluk Işık, İbrahim Yazıcı, Prof. Dr. Metin Güner, Prof. Dr. Aydın Bıçakçı, Alparslan Mater, Nedim Atilla, Prof. Dr. Mümtaz Sağlam ve bendeniz”den oluşan “Kültür ve Sanat Komitesi” eylemli olarak işe, Ocak 2011’de “Ucube” krizinin medyayı meşgul ettiği günlerde, bir bildiri kaleme alarak başladı. Bu çalışma, bütün kanallar zorlanmasına rağmen –gerekçesiz şekilde- yok sayıldı ve kamuoyuna ulaştırılmadı. Bu, “havanda su dövmeye giden yol”un ilk kilometre taşıydı...
Şubat ayının sonlarında ise, aynı ekiple seçimlere yönelik bir “Arama Konferansı” gerçekleştirdik. Bu tarihten 8, seçimden 4 ay sonra, “Bu iş, haftada bir gün iki saatle olacak iş mi?” diyenler, bizleri gece yarısında masa başında çalışırken bulduklarında, “hayalet görmüş” gibi olduklarını unutmuşa benziyorlar. Aynı gece, ürettiklerimizin arkasını sorduğumuzda, verilen “komitelerden bize ulaşan bilgi ve belgeyi okuyamıyoruz bile. Kim değerlendirecek? Nasıl yetişeceğiz belli değil...” cevabıyla irkilmiştik. Vecize sahiplerinin, daha sonraları aday sıralamasında yapılan yanlışlığı, “48 saatlik uykusuzluk nedeniyle yapılan yazım hatası”na bağlayarak, siyasi literatüre geçeceklerini tahmin edemezdik kuşkusuz. Ama hiç değilse, boşa kürek çektiğimizi anlamıştık. Buna rağmen; konferansın “Yönetici Özeti”, daha ayrıntılı bir sunuş ve “stratejik plânlama” talep ve vaadiyle İl Başkanlığı’na teslim edildi. Rapor, araya adamlar konularak, (yani fırsatlar içeren bir projeyi, birinci adama ulaştırmak için kan ter içinde itişerek...) Genel Başkan’a da takdim edildi. “Sizi Ankara’ya çağıracak” haberi geldi. (Uzun bir seçim süreci yaşandı, sonuçlandı. CHP, hızla ve gayretle yenisini kaybetmeye hazırlanıyor; biz hâlâ bekliyoruz!) Bitmedi; bakın sonra ne oldu? Bir mayıs sabahı, komite üyeleri, gazetelerden şu haberi okudular: “Alaattin Yüksel, CHP’nin İzmir’e yönelik Kültür ve Sanat Projelerini açıkladı...” Tepekule’de, olması gerekenler yok! Platform başkanı yok. Komite başkanı yok. Fikir üretenler yok. Komitede basın mensupları var, onlar bile davetli değil. Ve en önemlisi, açıklanan programda “Arama Konferansı”nın bilimsel çıktılarından tek cümle yok... Bu tartışmasız bir biçimde, “yönetim bilimine duyarsız kalmak”tı.
Engin Berber Hocamızın “ufuksuzluk”tan yakınması, zaten bundandır. Emek verenlerin samimiyetini “insaftan uzak” bir tavırla istismar ettikten sonra, “çalışmak isteyen onlarca bilim insanı var” demek, en hafif tabiriyle nezaketsizliktir ki, bu da “estetik noksanlığı”na işaret eder. Kimseyle arasında, “açıklanamaz bir yakınlık ya da uzaklık” bulunmayan bu satırların yazarı, meseleyi sadece, “onlarca kişinin İl Başkanlığı koltuğu (ve tabii diğer koltuklar) için birbirini yediği bir siyaset geleneği”nin doğal ve ucuz bir uzantısı olarak görmektedir. “Kaybeden Parti Kültürü”nde, başka hiçbir şey kimsenin umurunda değil, emin olun...
Paylaş