Paylaş
Farklı tasnif ve değerlendirmelere göre;
“...19. asrın en büyük Türk bestekârı,
hattâ, daha cüretkâr çizgilerle;
Itrî ile Arel arasındaki dönemin en büyüğü,
III. Selim Ekolü’nün genç dahîsi
ve nihâyet, neoklâsik dönemin çilingiri...”
(bitmedi)
“...İlâhicibaşı
Ser müezzin-i şehriyâri,
Musâhib-i padişahî,
Reis-i fasl-ı hümayûn,
Mevlevî dedesi
Neyzen,
Na’athan,
Hânende,
Bestekâr...” halleriyle,
Geleneksel Mûsikîmizin kutuplarından biri sayılan;
ve bütün bunlara rağmen; imzasını,
“Derviş İsmail” diye atan, “1 kişi” üstünde konuşmak üzere davet edildiysem de...
Yukarıda sağdığım (gibi ve benzeri) unvanlarla tezyin edilmiş bir şahsiyetin
hakikatte 1 kişi olduğundan bahsetmek, elbette mümkün değildi !
Ben de, dinleyicilerin, “Devr-i Google”da;
evde kahvelerini içerken, bir arama motoru vasıtasıyla
çok kolay ulaşabileceği, sıradan biyografik mâlumata hiç yüz vermedim..
Dinleyicilere, farklı şeyler söylemeye çalıştım.
Aslında birbirinden farklı “4 ayrı Dede” tasavvurumuz bulunduğundan
Ve bu, ayrı yerlerde muhafaza ettiğimizDede Efendi tasvirleriyle
yüzleşmek mecburiyetimiz olduğundan;
Bu yüzleşmeyi ise, her bir Dede Efendi’ye...
farklı boyut, manâ ve muhteva yüklemek suretiyle
yapabileceğimizden bahsetmeyi tercih ettim.
“Andığım bütün isimler, olaylar ve tarihlerin, hepsi arşivlerdedir” deyince ;
salonu bir huzur kapladı gibi geldi bana...
Kabul ediyorum; biraz “aykırı” bir yaklaşımdı. Ama, bu 4 ayrı tasavvurun adını, “hayran olduğumuz, reddettiğimiz, hafife aldığımız ve sokaktaki adamın tanıdığı...” Dede Efendi başlıkları altında takdim edince, hissim odur ki, dinleyiciler ile de buluştu fikrimiz. Ama en çok, “reddettiğimiz” bahsinde, Kemancı Suna Kan’ın vaktiyle bir dergide, Dede Efendi ile ilgili sorulara verdiği şu cevabı hatırlarken acıdı içimiz sanki: “...Müzisyen olan babam, bize alaturka dinlemeyi yasakladığı için, ben maalesef Dede Efendi’yi tanımıyorum... Ulusal müzik için bir değer taşıyabilir belki, ama evrensel müzikte yeri olamaz...”
Paylaş