Paylaş
Öncelikle, Efes Büyük Tiyatro’nun, uzun zamandır ilk kez bu kadar dolu olduğunu gördük, sevindirici. “Viyana Oda Orkestrası”nın “gençler ile çeliklenmiş” sağlam gövdesi, tozun toprağın ve tarihin ortasında “frak, rugan ayakkabı” ritüelinden ödün vermeden karşımızdaydı. 50 kişi civarındaki sayılarıyla, alışılmıştan daha kalabalıktılar. “Büyükçe bir oda”da çalıştıkları anlaşılıyor. Program, Beethoven’in “Coriolan” üvertürü ile açıldı. “Usta işi”, bir yorum dinledik.
DOĞAÇLAMA, ÖZÜNDE “KENDİNE ÇALMAK”TIR
Müzik tarihçileri, Mozart’ın “1782 ile 1786 yılları arasında bestelediği 15 eserin birincisi” diye not düşüyorlar, “12 numaralı La Majör Piyano Konçertosu”nun kenarına... Bu ayrıntının devamında ise bu konçertoları, “öncelikle dehasıyla seslendirmek üzere bestelediği”ni öğreniyoruz. Bence “sihir” burada gizli! Çünkü Fazıl Say’ı yazmak zor! Çok zor! Bazen dinlemek bile zor! Sadece, “Mozart kendi için bestelemiş, Say kendine çaldı...” deyip yetinmek istiyorum. Bis için seçtiği “Kara Toprak” isimli bestesi, çevremizdeki, Mozart yorumunu izlerken soluksuz kalan yabancı sanatseverlere, “nedir bu? kimin bu?” sorularını sordurdu, hayranlıkla... Dünyaya, “Doğaçlama”yı, aslında olması gerektiği gibi, “hakikaten yaşayarak” yapan böyle bir sanatçı armağan edebilmiş olmak, ne ayrıcalık! Ben kendi adıma, yeni bestelerinin merakındayım...
KİMLER VARDI, KİMLER YOKTU?
Aradan sonra “Orkestra”dan, bestecisi Mendelssohn’un, “İtalyan” adını verdiği, “4 numaralı La Majör Senfoni”sini, bestelenişinden 185 yıl sonra, İzmir’de dinledik... “Özgün” bir “heyecan”dı, dahası öyle de yorumlandı. Ama üzerinde kalem oynatılması gereken bir başka fotoğraf daha var. Hani, gazetecilik derslerinde, “köpeğin adamı değil, adamın köpeği ısırması haberdir...” yolu bir “girizgâh” yapılır (hattâ bazı gazeteciler sadece bu derste kalır) ya, işte bu fasıldan bir “güzellik” yaşandı Antik Tiyatro’da... Önce 28. Festival’den bir hatırlatma yapalım. “Celsus’ta bir kedi olmak” başlığını atmıştım o zaman... “Arte Dei Suanatori topluluğu ve Rachel Podger”i dinleyen, üstelik adının da “Amadeus” olduğuna beni inandıran gamsız bir kediden söz etmiştim. Aslında “Amadeus” kadroluydu, meselâ “Kremerata Baltica & Mischa Maisky”yi de yan yana izlemiştik... Fırsatını bulmuşken hemşehrilerime sitemle karışık takılmıştım, “Anladım ki, İzmirli kıymetini yeterince bilmese de işin tadını bu kedi çıkartıyor. Çünkü –dünyanın sanatçısı- ayağına kadar geliyor” diyerek. Aslına bakarsanız ben yine “takılma” tarafındayım... Salı gecesi de adının “Mendelssohn” olduğuna karar verdiğim, besteciden başka bir konuk daha vardı ışıkların altında. (Pek çok seyirci gibi, konser başladıktan sonra), sol taraftan girdi sahneye, hepimizi sakince süzdü, selamladı. (Hattâ biraz alkış bile aldı...) Ağır, telâşsız ve kararlı adımlarla birinci kemanın yanına kadar geldi, oturdu... Kabul ediyorum, biraz pervâsız uzandı ama, neticede bizler dönünce mekânı o bekliyor, rahatlığını, “ev sahibi” hallerine vermek lazım. Bu “sanatsever köpek”, “huşû” içerisinde dinledi müziği, üstelik bölüm aralarında alkışlamadı, işi biliyordu... Konserden sonra, orkestra üyelerinin kendisini sevmesine ve kutlamasına izin verdi. Uzatmayalım, dinleyiciler arasında bir de “köpek” vardı. Acaba kimler yoktu? Haydi ben yazmayayım, sizler tahmin edin.
BÜYÜK PADEREWSKI...
Pazartesi yazısındaki bölüm başlıklarından birini, “Başbakan’ın da bestesi çalınacak” diye atmıştım. Yazının sonundaki, “Bölüm başlığındaki gönderme, Polonyalı ‘Paderewski’ içindi elbet!’ açıklamasına rağmen, okuyucularımdan iki çeşit geri bildirim aldım. Birinci gruptakiler, “bir şey mi imâ ediyorsun?” diye soruyordu. İkinci gruptakiler ise biraz daha “balıklama bir yorumla”, “Vallahi, bizim Başbakanları kast ediyorsunuz sandık, hem sevindik, hem de hayret ettiydik” diye gülümsüyordu. Açıkçası kastım, (tam olarak) ikisi de değildi. Çünkü, Bernard Shaw’a yakıştırılan ve kendisine, ünlü Polonyalı piyanist, besteci, diplomat ve siyasetçi Ignacy Jan Paderewski’nin, Polonya Başbakanı olduğu söylendiğinde verdiği yanıt, her şeyi açıklamaya yetiyordu: “Ne diyorsunuz? Büyük Paderewski mi? Aman Allahım, ne düşüş!” Siyasetçi ile sanatçı aynı terazide bundan daha güzel tartılabilir mi?
Paylaş