Paylaş
“Kalplerden dudaklara yükselen sesi dinle...” diyeceğiniz gelir bazen. Senfoni Orkestrası vardır. Opera ve Bale’si de mevcut... Bazı günler, “Mümkün mü unutmak güzelim, neydi o akşam...” diye çıkarsınız Elhamra’dan. Caz ustaları çok severler İzmir’de sahne almayı. Popüler müziğin divaları mivaları sık sık uğrar. En gözdeleri, “Sensiz ey şûh gözlerim âvâre, kalbim ağlıyor...” diye karşılanır. Festivallar, turneler düzenlenir; gelip geçerler, konup göçerler. “Şarkılar seni söyler, dillerde nağme adın...” denir arkalarından. Yerleşik kurumlarında yüzlerce nitelikli sanatçı iyi müzik yapar. Devlet Klâsik Türk Müziği Korosu da vardır. “Ruhsârına aybetme nigâh ettiğimi yâr...” diye, beraber ve arkalarından terennüm edersiniz. İrili ufaklı cemiyetler, özel topluluklar filân; veteranlar ve tabii genç yetenekler. Bu yazı yazılırken istemeden unuttuğum nicesi için ise, “Bin gül çıkarırdım, sana kalbimdeki külden...” demek icap eder usulca.
Gel gör ki bugün, “Ben bûy-i vefâ bekler iken sui çemenden...”İzmir Radyosu’nun ekol kimliği ile göz göze geldiğinizde, Fuar ve gazinolar döneminin “canlı müzik” geleneğine de, “Hatırlar mısın beni bir zamanlar?” sitemi karışır gibi olur. Hattâ yıllar öncesinin yalılardan yükselen ud, tanbur, piyano seslerine rağmen, İzmir’in hiçbir köşesinde, “Dün gece saz meclisine neden geç geldin?” diye üsteleyemeden, bir akşam, dostlarınızla şöyle bir oturup, tadını çıkartarak, hakkı verilerek icra edilmiş bir alaturka dinleyemezsiniz. İster istemez, “Ne geçen günleri yâd et, ne de âtilere kan...” der, yutkunursunuz.
Çünkü İzmir’de, hayli demdir nefesi kesilmiştir alaturkanın. “Ne bildim kıymetin, ne bildin kıymetim...” diyeceğiniz gelir. “Meze niyetine” geçiştirilmeden, rakı – balık sofrasında tüketilmeden, adâbıyla bir alaturka dinleyemezsiniz... Oturdukları yerde hiç söyleyemedikleri için olsa gerek, masa masa gezerek, seyyar satıcı müziği pazarlayanlardan yakanızı kurtaramazsınız. Repertuvar fakiri (pek eski olacak ama) sâzende ve hânendelerden duyamazsınız, “Çözülme, zülfüne ey dilrubâ dil bağlayanlardan...” yakarışını. Türk müziği sazlarıyla çalınabilen her şeyin Türk müziği olmadığını bilmeyenlerden, yoz kültürün sığ sularında büyümüşlerden kurtulamazsınız. Omuzbaşınızda, şarkı söylemeyi bağırmak zannedenleri, “Kaçsam bırakıp senden uzak yollara gitsem...” diye tersleyesiniz gelir. Saklanacak bir köşe bulamazsınız İzmir’de ve uydurmayı yorum diye yutturmaya çalışanlara da, “Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?” diye sorasınız gelir.
Alaturka’dan kastım nedir? Meselâ Münir Nureddin Bey’i, bu şehrin ustası Rüştü Şardağ’ı, Avni Anıl Hoca’yı doya doya dinleyemezsiniz. Sanki “Müzeyyen” hiç iz bırakmamış; “Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime...” dememiş, Gönül Yazar, Behiye Aksoy Efes Oteli’ne hiç uğramamış, Zeki Müren “Manolya Bahçesi”nden hiç geçmemiş gibi...
Neden? Çünkü “Vücud iklîminin sultanı sensin” denmiyor artık. Kimseler çalmıyor, çalamıyor, söylemiyor, söyleyemiyor artık. Sebep? Efendim “dinleyen yokmuş”; haydi canım siz de... Çaldınız, söylediniz de dinlemedik mi? İşte bu sebepledir ki, hemşehrilerimizi gücendirmeyi göze alarak ve konuya, “Sarahaten acaba söylesem darılmaz mı?” tavrıyla yaklaşınca, biraz da “Nihavend” sayılır İzmir. Ben “unutulmuş zamanların musikisi”ni özlüyorum, ötesi var mı? Yazıyı birkaç kere okuyunca, “belli bir kuşak” da fark edecektir özlediğini. İzmir’de “Bir nefes alaturka”ya muhtaç haldeyiz. İyi haberlerim var. Az sonra değilse de 3 vakte kadar... Hele bir Şubat’ın sonlarını bulalım.
Paylaş