Paylaş
Pastane lezzetlerinin ötesine geçmeli, yeni yetme kaçamaklarından ibaret sanılmamalıdır.
Çünkü özünde“kent belleği, tesadüfî müzelerin mesai saati paylaşımlarından ve “Bizim çocukluğumuzda” tekerlemesinin sıradanlığından fazla bir şeydir.
“Eski amca ve teyzelerin isimlerini duraksamadan söyleyebilmek” değil, tedavüle son 10 senede girmiş kavramların kurnaz farkındalığı arkasına saklanıp, ucuzundan “zeytin havarisi” kesilmek değildir.
Kent ve yakın çevresinin pazarlanan hüznü yeterince pirim yapmazsa, oradan hemen “siyah-beyaz yazlık anıları”na zıplamak kolaycılığı da değildir.
Şarkının “Karantinalı Despina” kısmında alkış tutmak, oraya buraya şunun bunun adını verince kendini iş yaptı sanmak değildir.
Kent belleği eski yalı fotoğraflarını sosyal medyada paylaşıp iç geçirmek hiç değildir!
Sizin hatırlayabildikleriniz ve hatırlayabildikleriniz arasından da anlamlandırıp cümleye dökebildikleriniz yetmez!
Kent belleği o kente sorduğunuz sorulara, kentin verdiği yanıtlardan oluşur.
“Sen neler hatırlayabiliyorsun?” sorusunun yanıtı değil, “O kent neler hatırlayabiliyor?” sorusunun karşılığıdır önemli olan.
Bir kaldırım taşının 92 yıl önce gördükleri, bir demli çınarın gölgesinde hâlâ taze bekleyen heyecan, bir martı çığlığına saklanmış umut, bir dalga sesinde yankılanmış isyan, ortak paydaya gizlenmiş huzur ile birleşir ve kent, kültürel çıktıların atan nabzını işte o zaman hep birlikte tutar.
Bu kolay yapılabilen, hattâ kolay tarif edilebilen bir şey değildir.
Ama uydurmaya da gelmez!
Göztepe’nin getirdiği onurlu esintiyi arkanıza alın ve sorun İzmir’e, yanıtı İzmirliyi asıl mahcup edecek soruyu; “92 yaşında kaç markan var İzmir?”
“Hoş geldin Göztepe! Hoş getirdin... Safâ geldin, safâ getirdin...”
Paylaş