HEPİNİZE merhaba. Evet, bu sıcak selamın nedeni: Artık Hürriyet’teyim. Bizim meslekte şöyle denirdi: ’Babıali 40 odalı konaktır.
Bir gün bir odadan çıkar başka bir odaya girersin.’ Şimdi öyle mi? Her gazeteci için Hürriyet’te çalışmak onurdur. Daha da ötesi bir idealdir.
1948 Londra Olimpiyatları’ndaki heyecanı ve efsane güreş şampiyonluklarını resim resim Türkiye’ye getirdiğinde sevinçten çılgına dönmüştük... Türk halkı Hürriyet’in peşine takılmıştı. Öyle günlerdi ki, Hürriyet bütün sıra dağları aşan hız ve başarıyla ülkenin birinci gazetesi oldu. Spor gazeteciliğinde rekabet öncelikle Hürriyet ve Milliyet yarışından doğup büyüdü. 50 yılı aşan gazetecilik yaşamımın 15 yılı Milliyet’te, 14 yılı Tercüman’da, 8 yılı Güneş’te, 11 yılı da Gözcü’de geçti. Milliyet’ten Tercüman’a giderken Akşam’da çalışan rahmetli İslam Çupi’ye haberi verdim: "İslam, ben ayrıldım, Tercüman’a gidiyorum. Benimle gelir misin?" diye sordum. "Abi, Duvar Gazetesi’ne dahi gitsen, seninleyim" dedi. Böylece Türkiye’de spora Hürriyet ve Milliyet kadar önem veren bir spor sayfası doğdu. Güneş Gazetesi güneşin batışı kadar hüzünlüydü. Güneş’imiz bir daha doğmadı.
Gözcü’de 11 yılım geçti. Dev grubun üvey evladı gibiydik. Ama yanılmışız. Bu son olay ile birlikte başta Aydın Doğan ve Hürriyet Yönetimi hepimizi kucakladı. Bu, Hürriyet’teki ilk yazım. Spor müdürümüz neredeyse elimizde doğan Esat Yılmaer, babasının oğlu... Hasan Yılmaer ile arkadaştım, oğlu müdürüm oldu. Gözcü’nün kapandığı gün odama geldi ve "Abi, seni almaya geldim."
’Geldim işte’. Hürriyet heyecan verici bir gazete. Okuyanı kadar yazanı da sorumluluk sahibi. Türk basınının amiral gemisindeyim. Çoğumuzun, "Ah o gemide ben de olsaydım" diye iç çektiği gemide ve finalde. Birden spor servisinin babası oldum. Esat’ın kaptanlığındaki ekip, o kadar düzenli, birikimli ve soluklu ki, o soluk beni bile gençleştiriverdi.