Paylaş
‘Ne içindeyim zamanın/ Ne de büsbütün dışında/ Yekpare, geniş bir ânın/ Parçalanmaz akışında...’ Ahmet Hamdi Tanpınar, o güzelim şiirinde böyle tarif eder zamanla ilişkisini. Günümüzde neredeyse dakikalarla bile sürekli bağlantı halindeyiz. “Saat kaç?” diye merak ettiğimizde ilk baktığımız cep telefonumuz oluyor. Veya bilgisayarımız, kol saatimiz; hatta fırının elektronik saati... Zamana hükmedemesek de en azından saatlere hâkimiz. Gelin görün ki eskiden değil saati, ayları, yılları bile bilmek zor zanaat idi. İslamiyet, takvimlerin doğru düzgün tutulmadığı bir çağda, kendinde özgü yaşam ritmine sahip bir coğrafyada başladı.
EVVEL ZAMAN İÇİNDE
Arabistan’da mevsim farkları olsa da bunun gündelik yaşama doğrudan etkisi fazla sayılmaz. Hicaz’da tarımı etkileyen yoğun yağışlar, nehir taşması gibi kritik tekrarlar yoktu. Dolayısıyla yıllık güneş takvimi bir zaruret değildi. Ancak ayları bilmek yine de gerekliydi. Çünkü Araplar İslamiyet öncesinde bazı faaliyetleri zaman dilimlerine ayırmışlardır: Savaşmanın yasak olduğu “haram” aylar, ticaret ve hac ayları gibi. İslam’dan sonraysa ramazan, özel ibadetleri olan bir ay oldu. Oruç nedeniyle bu ayın “tam olarak” hangi akşam başladığını bilmek önem kazandı. Hz. Peygamber bunu en kısa biçimde “Ramazan hilâlini gördüğünüzde oruç tutun, şevval hilâlini gördüğünüzde bayram edin” diyerek ifade etmiştir. Bu o kadar yalın bir yöntemdir ki çölde, dağda bir başına olsanız bile kolayca uygulayabilirsiniz. Yani, gelişmiş aygıtların, hesaplamaların olmadığı çağlarda ramazan ayının geldiğini “gözle görmek” yeterliydi. Bununla birlikte ramazan orucuna herkesin aynı zamanda başlaması için hilalin görüldüğünü cümle aleme duyurmak gerekiyordu.
TOP ATILMA ZAMANI
Osmanlı’da ramazan hilalinin görülmesi (rüyet-i hilal) heyecanlı, biraz da eğlenceli bir olaydı. Genellikle şehrin en yüksek noktalarına, kale burçlarına veya tepelere çıkılır, hilalin kendini göstermesi beklenirdi. Onu ilk kimin göreceği bir yarış halini alır; o beldenin yöneticisi hilali gördüğünü yeminle veya şahitlerle bildiren ilk kişiye hediye verirdi. Ayrıca ramazanın başladığı, kaleden yapılan top atışıyla herkese bildirilirdi. Tüm şehir halkını ilgilendiren önemli olaylarda atılan top, ramazan ve bayram başlangıcının yanında iftar saatinin duyurulması için de kullanılmıştır. Elbette “top atma” geleneğinin doğuşu, İslamiyet’in doğuşundan yüzyıllar sonradır. Top, bildiğimiz şekliyle ancak 14. yüzyılın başlarından itibaren Akdeniz-Ortadoğu bölgesinde kullanılmaya başlandı. Bizim bahsettiğimiz toplar, kaynaklarda “şenlik topu” olarak geçer.
BİLİM ZAMANI
İslamiyet’in zamanla ilişkisi, ramazanın başlamasından ibaret değildir. Hz. Muhammed, zamanla ilgili “Ölçüm yapınız” demişti. Çünkü sahur ve iftarın ötesinde günlük namaz vakitlerinin de doğru belirlenmesi (ilm-i mikat) gerekiyordu. Bu ihtiyaç, pek çok bilimsel ve teknolojik gelişmeyi beraberinde getirmiştir. Müslümanlar zamanla gittikleri bölgelerde “ölçüm yapmak” için kullanılacak zengin bilgi kaynaklarına eriştiler. Kadim kültürlerin güneş, ay ve yıldız hareketleriyle ilgili birikiminden yararlandılar. Sanskritçe eserlerin yanı sıra Ptolemaeus’a (Batlamyus) ait teoriler Arapça’ya tercüme edildi. Astronomi (ilm el-hey’et, ilm el-felek) kısa zamanda ilerledi. Ortaçağın en görkemli ve ileri rasathaneleri de Müslüman devletlerince kurulmuştur. Genel takvimlerin yanında muvvakithaneler her beldeye özel tablolar hazırlıyordu. Biruni’nin ‘El-Asar el-Bakiye’ isimli kitabı takvimler konusunda en bilinen eserlerdendir. Tüm bunlar sadece ibadet zamanlarını doğru belirlemekle kalmadı, insanlığın bilim-teknoloji yolculuğunda zamanla Batı’ya akan kıymetli bilgi birikimini oluşturdu. O birikimin eseri olan gelişmiş mekanik saatlerse, yıllar sonra Tanpınar’ın ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ isimli romanında, Batı-Doğu arasındaki etkileşimin bir sembolü olacaktır: “Herkes bilir ki, bir saat ya geri kalır yahut ileri gider. Bu işin üçüncü şekli yoktur.”
Paylaş