Paylaş
ÖNCE AYIR, SONRA AYRIL
Pan-Slavist ideallerle bağımsız bir Bulgaristan kurulması için yola çıkan ayrılıkçı-isyancı örgütlerin faaliyetleri 1850’lerden itibaren yoğunlaşsa da aslında halktan yeterli destek görmüyordu. Bu durum karşısında ayrılıkçılar iki hedef belirlediler: Hristiyan halkı Müslümanlarla bir arada yaşanmayacağına ikna etmek ve yabancı güçlerin müdahalesine zemin oluşturacak bir ortam yaratmak.
Çeteciler düzenledikleri saldırılarda hem Türk-Müslümanları öldürüyor, hem de Bulgar halkını baskı altına almaya çalışıyordu. Bu doğrultuda sadece Müslüman tarlalarını ve evlerini değil Bulgar köylülerinin mülklerini de yakıyorlardı. 1876 yılındaki ayaklanma sırasında Sadrazam Mahmud Nedim Paşa’nın vahim yanlışları sonucunda gerekli askeri ve idari tedbirler sağlanamayınca Müslüman halk canını ve malını korumak için silahlanmaktan başka çare kalmadığı fikrine kapıldı. İşte bu, tam da ayrılıkçıların istediği şeydi. Türk-Müslüman halk, Bulgar ayaklanmacılara karşı saldırıya geçti ve bazı köylerin kontrolünü ele geçirdi. ‘Resmî’ Osmanlı askeri bölgeye ancak gecikmeyle intikal ederek kontrolü sağlayabildi. İsyancılar öldürülmüş; böylece isyan bastırılmış görünüyordu. Ne var ki isyanın liderlerinden Benkovski’nin kaçarken “seni yendim Türkiye, Avrupa görecek ve fikrini söyleyecektir” dediği rivayet edilir.
KIZGIN GÜÇLER İÇİN GÜÇLÜ BİR BAHANE
Gerçekten de ayrılıkçıların hayalini kurduğu gibi kısa zamanda Batı Avrupa’da çok güçlü bir Osmanlı-Türk karşıtı rüzgâr esmeye başladı. Aslında buna yol açan etken doğrudan Bulgar Ayaklanması değil, Osmanlı’nın Batılı finans kurumlarına olan ödeme vaatlerinde indirime gideceğini açıklamasıdır. (Mahmud Nedim Paşa’nın bu kararında Rus Elçisi İgnatief’in etkisi olduğu söylenegelir). Hal böyleyken o zamana dek Rus genişlemesi karşısında Osmanlı’nın bütünlüğünden yana olan Britanya, politika değişikliğine giderek Avrupa’daki anti-Osmanlıcı (anti-Türk) dalganın önünü açmıştır. Finans çevrelerinin kızgınlığıyla uluslararası politikanın kesiştiği işte bu noktada Avrupa gazeteleri, ‘Türklerin Bulgar köylülerine uyguladığı baskı ve zulüm’ haberleriyle dolar. Öldürülenler ve çatışmalarla ilgili haberler -tümüyle asılsız olmasa bile- büyük ölçüde abartılıydı. Üstelik öldürülen Türk-Müslüman yerli halktan bahseden pek çıkmıyordu. Bunu takiben başlayan 1877-78 Rus-Osmanlı Savaşı’yla Bulgarlar Osmanlı’dan kopmayı başardı. Elbette bu ayrılık, Bulgar isyancıların marifetiyle değil Rus işgali sayesinde gerçekleşmişti.
TEKRARLANAN BİR MODEL
Halkı ayrılıkçı örgütün tarafına çekip, ‘devletten yana olan’ halkla doğrudan çatışmaya sokma; çıkacak iç kargaşayı öne sürerek dış güçleri göreve çağırma yöntemi önce Doğu Rumeli vilayetinde ardından da Makedonya’da denendi. Anadolu’da ise ayrılıkçı Ermeni örgütlerinin benzer bir stratejiye yöneldiği görülür.
Ne gariptir ki tüm bu süreçte, ‘sıradan’ halkta süregelen derin bir karşılıklı husumetten / nefretten söz etmek zordur. Hal böyleyken ayrılıkçıların en fazla yararlandığı konuların başında yönetimdeki yolsuzluklar, haksız ve keyfi uygulamalar geliyordu. Yöneticilerin yanlışları aslında etnik-dini köken ayrımı gözetmeksizin tüm halka yönelik olsa da farklı dini-etnik kimliğe sahip gençleri ‘devlet karşıtlığı’ etrafında toplamak daha kolaydır. Etno-dinsel çatışmalar genellikle devlet-yönetim karşıtı olarak başlamış, ardından ‘halklar arası’ çatışmaya dönüşmüştür. Olaylar bu noktaya ulaştıktan sonraysa kontrolü sağlamak ve acıları dindirmek çok güçleşir. Böylece iki halk / iki grup arasında kolay kolay unutulmayacak bir nefret dili hâkim olur.
Söz konusu terörist eylemlerin bir diğer ortak noktası da Batı’daki iş-finans çevrelerinin dikkatini çekmeye yönelik oluşudur. Örneğin Ermeni komitacılar 1896’da İstanbul’da Osmanlı Bankası’nı işgal ederken, Bulgar-Makedon teröristler 1903’teki Selanik’teki Osmanlı Bankası binasını havaya uçurmuştur. Ayrıca aynı yılda, Osmanlı sularındaki bir Fransız gemisine ve demiryoluna saldırırlar.
AYRILIKÇILARIN ‘İSYAN ETTİRDİĞİ’ BİRLİKÇİLER
Bugün Türkiye, Osmanlı’nın 19.Yüzyıl’da ve 20.Yüzyıl başında karşılaştığına benzer bir ortama çekilmeye çalışılıyor. İçimiz yanarak tanık oluyoruz: Terör örgütleri, büyük infial yaratan katliamlarla halkı ‘isyan ettirecek’ noktaya getirmenin peşinde. Elbette nihai amaç, doğrudan hiçbir düşmanlığı olmayan ‘sivil’ halkı öfkelendirip karşılıklı çatışmaya sürüklemek; yüzyıllardır yan yana yaşayan Kürtlerle Türkleri birbirine; hatta farklı görüşteki Türk’ü Türk’e, Kürt’ü Kürde geri dönülemez şekilde düşman etmek.
Tarih, bize son dönemde yaşadıklarımızın ‘Sevr paranoyası’ olarak görülemeyeceğini, saldırıların ciddi tehditler barındırdığını gösteriyor. Dolayısıyla tüm oyunlara, tüm yıkıcı eylemlere karşın toplumsal barışı korumak, ülke bütünlüğünü korumakla doğrudan bağlantılı. Unutmayalım ki tarih, yalnızca ahmaklar için tekerrür eder.
Paylaş