Ya Ramazan daha başlamadıysa?

Bugün, elektronik imsakiyeler kalan saniyeyi bile gösteriyor. Peki ya eskiden durum nasıldı?

Haberin Devamı

Ramazanın başlaması ve ezan saatlerinin (dolayısıyla oruç) hesaplanması, İslam medeniyetinin önemli konularından olmuştur. Hz.Peygamber, farz oruca başlamak için ramazan hilalinin görülmesini, yani “rüyet-i hilal”in gerekli olduğunu bildirmişti. Hal böyle olunca, herkes heyecanla, şaban ayının son bir-iki akşamında gökyüzünü izliyordu. En az bir kişinin ramazan hilalini gördüğünü yeminle söylemesiyle ramazan ayının gelmiş olduğu kabul edilirdi. Bununla birlikte İslam Peygamberi, göğün bulutlu olması durumunda şaban ayının 30 gün sayılıp, bir sonraki gün oruca başlanabileceğini de belirtmiştir. (Kameri takvimde aylardaki gün sayısı 30 ve 29 olarak değişir. Hesaba dayalı ölçümde 29,5’tur.) Ramazanın ve bayramın gelişi, işte bu ilkelerden hareketle belirlenmiştir.

GÖK KUBBEYİ ÖLÇMEK

Haberin Devamı

İslamiyet’in yayılmasından kısa bir süre sonra, Araplar ayın ve yıldızların hareketleriyle ilgili zengin kaynaklara eriştiler; Suriye-Irak bölgesindeki kadim kültürlerin bilgilerini edindiler. Sanskritçe eserlerin yanı sıra Ptolemaeus’a (Batlamyus) ait teorilerin Arapça’ya tercümesi, onlara farklı bir evren algısının kapılarını açtı. Astronomi (ilm el-hey’et veya ilm el-felek) kısa zamanda ilerledi. Ortaçağın en görkemli ve ileri rasathaneleri de İslam devletlerince kurulmuştur. Böylece -zamanına göre- gelişmiş takvim hesaplamaları yapılabiliyordu.

GÖZLE VEYA HESAPLA

Hz.Muhammed, bir hadisinde namaz vakitleriyle ilgili olarak “ölçüm yapınız” demişti. Dolayısıyla, astronomideki gelişmeler sonrasında ramazanın gelişini hesaplayabilmek için teknik yönden de engel kalmamış gibiydi. Yine de, “hilali görmeden oruç tutmama” hassasiyetiyle rüyet-i hilal geleneği yaşatıldı. Süheyl Ünver (1898-1986), bir makalesinde (1957) bu durumu şöyle özetler: “Eskiden Ramazanın birinci gününün tahakkukuna çok ehemmiyet verilirdi. Bunun için de ayı gözle seçilmeyecek derecede bir hilal halinde iken mutlaka görmek şarttır. Her ne kadar takvimlerde yazılı ise de astronomik hesaplarla tayin cihetini atalarımız hatalı bulmuşlardır.” Günümüzde, rüyet-i hilal geleneği dolaylı olarak bazı ülkelerde sürdürülürken, pek çok ülkede astronomik hesaplamalar esas alınıyor.

SULTAN MI HAKLI, ALİM Mİ?

Haberin Devamı

Hilalin görülmesi ramazanın başlangıcı olduğu kadar sonunu da ilgilendiriyordu. Selçuklu hükümdarı Sultan Melikşah (ö.1092), Ramazan ayının 29. gecesinde Nişabur şehrindeyken adamlarının hilali gördüğünü söylemeleriyle birlikte ertesi günün bayram olduğu duyurulmuştur. Ne var ki dönemin önde gelen alimi Cüveynî (ö.1085), derhal bu duyurunun geçersiz olduğunu duyurmuştur! Tabii, sultanın emrine karşı bir fiilde bulunduğu için hemen saraya getirtilir.Cüveynî, hareketini şu sözlerle açıklar: “Sultanın fermanına bağlı meselelerde ona itaat vaciptir; Lakin fetvaya bağlı meselelerde, sultanın ona riayeti vaciptir. Oruç tutmak ve bayram etmek fetvaya taalluk eder, fermana değil.” (Fuat Köprülü’den naklen: Nesim Yazıcı, Osmanlı Dini Hayatından Bir Kesit: Rü’yet-i Hilal Meselesi, 1999.)

HİLAL GÖRÜLDÜ DAVASI!

Haberin Devamı

Rüyet-i hilal, Osmanlı’da, yarı-folklorik bir ritüel halini almıştır. Takvimlerde ramazanın gelişi zaten belli olduğu için memurlar ve hatta meraklılar şehrin yüksek noktalarından, kulelerden veya minarelerden dikkatle gökyüzünü gözlerlerdi. Mesele, hilalin görülüp görülmeyeceğinden ziyade, kimin ilk göreceğiydi. Çünkü işin ucunda güzel bir hediye de olabiliyordu. Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey 1879 yılının rüyet-i hilal seremonilerini ayrıntılı biçimde anlatmıştır. Buna göre şahitler hızla fetva eminine varıp, şehadetlerini arz etmek isterler. Derhal kapılar kapatılıp sembolik bir dava düzenlenir. Güya taraflardan biri diğerine, ücretini ramazan ayında almak üzere mercan bir tespih satmış, ama adam ramazan geldiği halde borcunu ödememiştir. Kadı, davacıya ramazanın geldiğini nereden bildiğini sorduğunda şahitler hilali gördüklerini beyan ederler. Bunun üzerine haber, ilgili memurlara sırasıyla bildirilir; mahyalar yakılıp, davullar çalınarak halka “şehri-ramazan”ın geldiği bildirilir.

Yazarın Tüm Yazıları