Paylaş
6 Ekim, “İstanbul’un Kurtuluşu”. Okullardaki zorunlu törenleri bir kenara koyarsak günümüzde İstanbul’un kurtuluşu hayli sönük biçimde anılıyor. Oysa 6 Ekim tarihi, 1923’te adeta “İstanbul’un yeniden fethi” olarak görülüyordu. 5 Ekim 1923 tarihli gazetelerde şu heyecanlı haberler vardı: “İstanbul şehri, hürriyet ve bağımsızlığını düşmanın işgal çizmesinden kurtaran kurtarıcılarını, çok büyük bir tören ile karşılayacaktır. Nişantaşı’ndan başlayarak Fatih’e kadar büyük caddelerde zafer takları dikilmekte… zengin ve yoksul tüm halkımız evlerini, dükkanlarını al bayraklarla, çiçeklerle süslemektedir.” Peki ama Türk Ordusu, İstanbul’u nasıl tekrar elde etmişti? Bu sorunun cevabı için önce 1922’nin Ağustos ayına gitmemiz gerek…
İKİNCİ HEDEFİNİZ ÇANAKKALE VE İSTANBUL
Türk Ordusu, 26 Ağustos 1922’den 18 Eylül’e kadar geçen sürede Batı Anadolu’yu düşmandan temizlemişti. İzmir kurtarılmıştı ama ‘denize dökülen’ düşmanın gemileri hâlâ karşılarındaydı. Ama ortada bir donanma olmadığı için, değil on yıl önce kaybedilen Ege Adaları’nın geri alınması, İzmir Körfezi’ne hakimiyet dahi mümkün görünmüyordu. Dolayısıyla sonraki hedef, Çanakkale ve İstanbul’a karadan ulaşmaktı. Türklerin hızla Çanakkale’ye ilerleyişi, İngiltere’de bir hükümet krizine yol açtı (Chanak Affair). Churchill başta olmak üzere pek çok isim kamuoyunu ‘Boğazların Türklerden korunması’ için savaşmaya ikna etmeye çalışsa da Britanya halkları yeni bir savaş için isteksizdi. İngiliz Hükümeti, bu gibi nedenlerle barış antlaşmasına yönelmek zorunda kalmıştı.
YENİDEN SAVAŞ İHTİMALİ
1923 yılının Ramazan ayının ilk günü (17 Nisan) Hakimiyet-i Milliye gazetesini alanlar Mustafa Kemal Paşa’nın ordulara mesajını gördüler: “[Lozan’ın] Netice[si] bizim tekrar harekete geçmemizi icab edecek bir şekilde zuhur ederse gazâ ve şehamet (yiğitlik) yolunda aynı şevk-i vatanperverî ile devam edeceğimiz tabiidir.” Elbette bu mesaj aynı zamanda İngilizlere gönderiliyordu. Çünkü Lozan Barış Konferansı’nın ilk denemesi başarısızlıkla sonuçlanmış, Türk heyeti antlaşma imzalamaya yanaşmayarak Şubat ayında geri dönmüştü. Gazi’nin mesajı, tam da Lozan Konferansı 23 Nisan’da yeniden başlamadan bir hafta önce yayınlanmıştı. Yani Türkler konferansa giderken şunu söylüyorlardı: “Eğer antlaşma olmazsa İstanbul ve ötesi için savaşmaya hazırız”.
LOZAN’DA ANTLAŞMA OLMASAYDI?
Tarih bilimi, ilkesel olarak ‘ya öyle olmasaydı?’; ‘şöyle olmasaydı, böyle olurdu’ türü faraziyelerden uzak durmaya çalışır. Yine de bu kaçınılmaz zihin yolculuğu, “counterfactual history” (karşıolgusal tarih) adıyla belirli bir yönteme oturtulmaya çalışılmıştır. Elbette amaç, bugünden geriye ‘serbest uçuş’ yapmaktan ziyade, o günkü koşulları en gerçekçi biçimde canlandırarak olasılık hesabı yapmak. İşte bu doğrultuda yukarıda kabaca özetlediğimiz tabloya baktığımızda şunu söyleyebiliriz: İstediğimiz tüm kazanımları elde edemediğimiz için (Ege Adaları, Musul vb.) Lozan Antlaşması olmasaydı, İstanbul’u tam olarak kurtarmaya dönük, ama sonuçları meçhul bir savaşın başlaması çok yüksek ihtimaldi. Çünkü İstanbul alınmadan vatanın ‘gerçekten’ kurtarıldığını söylemek mümkün değildi.
Böyle bakınca… Diyelim ki Lozan hiçbir şey getirmemiş olsa bile (!), İstanbul’u ve çevresini yeni bir savaştan ve olası bir yıkımdan kurtarmıştır. Lozan Antlaşması, –o zamanki başkentin- yani İstanbul’un işgaline son veren antlaşmadır. Bu bile tek başına büyük bir kazanım değildir midir? 1453’teki fethi insanlık tarihi için dönüm noktası sayılan İstanbul’un işgalden kurtarılması hafife alınabilir mi? Elbette Türkiye, Lozan’da tüm hedeflerine tam olarak ulaşamamıştır. Ama bu durum Lozan Antlaşmasını bir ‘hezimet’ yapmaz. Aynı şekilde antlaşma mutlak ‘zafer’ olarak da nitelenemez. Çünkü zaferler, masa başında değil askeri alanda, büyük bedeller ödeyerek kazanılır. Kalıcı zaferlerse ancak bilim, güçlü ekonomi ve adalete dayalı bir medeniyet kurmakla mümkündür. Hiç şüphesiz böyle zaferler, 6 Ekim gibi sessiz sedasız değil ‘Nişantaşı’ndan Fatih’e kadar’ coşkuyla kutlanacaktır.
Paylaş