Paylaş
NEDEN ŞİMDİ?
Neden bir parlamento, kendi toprakları olmayan bir ülkede yaşananları 101 yıl sonra oylama konusu yapar? Elbette her şeyden önce, güncel iç ve dış siyaset nedeniyle. Geçtiğimiz hafta Alman parlamentosunun Ermeni soykırım iddialarına verdiği destek öyle “iç barış, uyum, yüzleşme” veya “acıların paylaşılması” gibi ifadelerle açıklanamaz. Hele de tarihin her dönemi, insanlığa acı veren olaylarla doluyken… Dolayısıyla meselenin bu yönünü kaçırıp 1915’te olup bitenleri tartışmaya dalmanın lüzumu yok.
Tüm gelişmişliğine ve refahına rağmen Avrupa’nın bir sürü sorunu var: Küresel ekonominin daralması, para birliğinin tehlikeye girmesi, bilgi-teknoloji yoğun sektörlerin yükselişi, eğitimli işsizliğinin tavan yapması, vs. Buna Ukrayna ve Ortadoğu’daki başarısızlıkları, terörün şehirlere ulaşmasını ve tabii Arap-Kürt sığınmacılar meselesini de katın. Adım adım yükselen aşırı milliyetçi (ve İslam karşıtı) partiler için tüm sorunların nedeni zaten yabancılar! Dolayısıyla son dönemde merkez siyasete yakın Avrupalıların zihni, göçmenler ve yabancılarla hayli meşgul. Peki Avrupalı için “yabancı” denince akla ilk kim gelir?
TÜRK SİMİDİ
1500’lü yıllarda Avrupa’da iki bin, 1800’lerde ise –sadece Fransa’da- iki bin kitapta Türklerden söz ediliyordu. Türk, aynı zamanda Müslüman demekti. Elbette Türkler bu kitapların tümünde ‘hayırla’ yad edilmiyordu. Pek çok Avrupalı kalem, kendi devletini, kralını, kilisesini “despot devlet, eli kanlı sultan, bağnaz Müslüman” şablonu üzerinden eleştirmiştir. Kökleri böylesine derin bir kodlamanın değişmesi, ancak farklılıkların azalmasıyla söz konusu olabilirdi ki bu da gerçekleşmedi. Bu nedenle Avrupa, kendisinin negatif yansıması olarak sık sık “Türk” imgesine sarılır. Bu cankurtaran simidi, son dönemde Papa ile liberten-laik Yeşiller’i bile aynı safta buluşturabildi!
KENDİNE YABANCILAŞMAK
Anlattıklarımız buraya kadar bizim dışımızda bir mesele gibi görünüyor. Ne var ki bu “negatif yansıma” artık Türkler için ciddi bir öz-algı sorununa dönüşmeye başladı. Almanya’da ve Türkiye’de kitleler dolusu Türk, “barbar, acımasız, katil, soykırımcı bir milletin mensubu” oldukları iddiasına inanmış vaziyette! Bunlardan kimileri kültürel kimliğine yabancılaşırken, kimileri de Türk olmaktan utanç duyuyor. Zamanındaki abartılı ‘tümden inkâr’, yerini abartılı bir ‘tümden kabul’e bırakıyor. Almanya Yeşiller Partisi Eş-başkanı Cem Özdemir’e göre “Eğer ki birileri Balkanlar’dan Hıristiyanlarca sürülen Müslümanların uğradığı haksızlıkların ve yaşadığı acıların konuşulmasını istiyorsa… soykırımı… inkar etmekten, yok saymaktan vazgeçmeli.” Yani Kafkasya’dan, Balkanlar’dan sürülen Türklerin, Çerkeslerin vd.’nin acılarını konuşulabilmek dahi Ermeni iddialarını kabul şartına bağlı! Elbette bu yaklaşım hem bilimsel düşünceyle, hem de tarihin akışıyla çelişiyor. Çünkü kronolojik sıralamada Kafkas-Balkan sürgünleri, Ermeni sürgününden öncedir. Yani ilkini anlamadan ikincisini yorumlamak mümkün değildir.
ANMA MI, DÜŞMANLIĞI TAZELEMEK Mİ?
Eğer Alman parlamenterler, hakikaten ortak insanlık değerlerinin peşinde olsalardı, o yıllardaki bütün sürgünlerin ve kitlesel şiddetin –ayrım gözetmeden, yarıştırılmadan- anılmasını talep ederlerdi. Oysa alınan karar, tarihin tek taraflı ve seçmeci bir yorumuna dayanıyor. (Yeri gelmişken… Alman Parlamentosu’nun kararında “İttihat ve Terakki” yönetimi yerine “Jön Türkler” denmesi, metine “Türk” kelimesini ekleyebilmek için kullanılmış gibi duruyor.) Pek çok ülkede alınan bu yöndeki kararlar, Türkleri topyekûn itham ederek aslında farklı bir tür ırkçılığa cevaz veriyor. Ayrıca geleneksel önyargıları perçinliyor.
Tarihi gündelik siyasete alet etmek, medeniyet için bulaşıcı bir hastalıktır. Bulaşıcı hastalıkların da milleti, dili, cinsiyeti olmaz. Uygun koşulları bulduğu anda yayılır ve sonunda kitlesel ölümlere yol açar. Eğer sorunlar, geçmişteki acıları üstlenmekle çözülseydi, yeryüzündeki bütün parlamentolarda kendini kırbaçlama seansları düzenlemek gerekirdi. Ne de olsa her şey Kabil’in Habil’i öldürmesiyle başlamadı mı?
Paylaş