Paylaş
Bu pazar “Babalar Günü”. Malum, millet olarak “baba” kavramını çok severiz. Gönlümüzde yer etmiş “baba” çoktur: Meydanlarda “Kurtar bizi baba!” nidalarıyla karşılanan Süleyman Demirel, Orhan Baba, Müslüm Baba, Erkin Baba... Eski filmlerimiz ve dizilerimiz efsane baba karakterleriyle doludur. Ayrıca baba, arkadaşa-dosta samimi sesleniştir: Baba n’aber! Bu sevginin kökleri çok eskilere dayanır. Türkler, Müslüman olduktan sonra manevi büyüklerine “baba” dediler, büyük hürmet gösterdiler: Arslan Baba, Geyikli Baba, Gül Baba... Elbette “baba” vasfını kazanmak kolay bir iş değildi. Ne de olsa gönüllerdeki babalık, eskilerin ifadesiyle öyle “bir maşrapa sıcak suyla” elde edilmez; sabır, emek ve fedakârlık gerektirir. Gazalî, 12. yüzyılda şöyle yazmıştı: “Ey oğul! Nasihat vermek kolaydır. Onu kabul edip mucibince amel etmek ise güçtür.” Yani başkasına söylediğini kendisi uygulamayan (kâli ile hâli bir olmayan) kişinin babalığı laftadır. Ayrıca büyüklük taslayıp “babalanmakla” baba olunmaz. 90’lı yılların mizahi şarkısındaki gibi “Ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur” diyenden “baba bir adam” çıkmaz. Nitekim Lokman Hekim, şu nasihatte bulunmuştu: “Yavrucuğum... İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme.”
ANNELİKTEN DAHA BAŞKA
Bırakın insanları, hayvanlarda bile “anne şefkati” diye bir hakikat var. Ama “babalık” öyle değil. Doğadaki aslanlar gibi sert babalar da var, fedakâr “penguen” babalar da. Mesafeli duranlar da var, yumuşak kalpli sevecen babalar da... “Baba-okulunda” görerek edinilen değerler, çocuklar aracılığıyla toplumun değerleri oluverir: “Oğul atadan görmeyince sofra kurmaz.” Bir Arap atasözüne göre “çocuk babasının sırrıdır”, yani onun izlerini taşır. Hal böyleyken babanın yanlış seçimleri sonraki kuşakları da etkiler: “Baba koruk yer, yedi göbek torununun dişi kamaşır.” Elbette babadan iyi bir rol model olması beklenir. Eski Türkçedeki “Ata orunu, oğulka kalır” (babanın şerefi, oğluna kalır) sözü boşuna değildi. Hz. Peygamber bu konuda şöyle demişti: “Hiçbir baba, evladına güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermemiştir”. Çocuklar babalarına senede bir gün hediye alsa da iyi bir baba, davranışlarıyla çocuğuna her gün “en üstün hediyeyi” sunmak durumunda. Ataerkilliğin yerini giderek “çocuk-merkezli” yaşamın aldığı çağımızda, bitmek bilmeyen maddi-manevi talepleri karşılamak zor zanaat olsa da...
Hiç şüphesiz eski devirlerde babalığın merkezinde erkek çocuk sahibi olmak vardı. Atasözlerindeki “baba-oğul” kalıbı bunun en açık yansımasıdır. Öte yandan tarihte kız evlatlarına sevgisini gösteren babalar da vardır. Hz. Peygamber, kendi babasını hiç görmemiş, ayrıca evlat acısı yaşamış bir babaydı. Onun, “Benim bir parçamdır, ona eziyet eden bana eziyet etmiş gibidir” dediği Hz. Fatıma başta olmak üzere, kızlarına gösterdiği sevgi ve ilgi iyi bilinir. Ayrıca kız torunu Ümame’yi çok sever, onu namaz kılarken sırtına çıksa bile eliyle tutar, secdede dahi omzundan indirmezdi.
AYNI UNVANI TAŞIRLARDI
Tüm eşitsizliklere karşın Osmanlı padişahlarının kızları da “sultan” unvanı taşırlardı. Bu zaman zaman tefrişat kuralının ötesine geçmiş, padişahlar kızlarıyla yakın olmuşlardır. Örneğin Kanuni Sultan Süleyman’ın çocukları içinde kendine en yakın gördüğü, kızı Mihrimah Sultan idi. Ayrıca geçmişte babaların çocuklarına sevgilerini açıkça ifade etmedikleri görüşü de fazla iddialı bir genellemedir. Örneğin Keykavus b. İskender 11.Yüzyıl’da şöyle demiştir: “Ciğer köşem... Baba ve ana senin için ölmeye razı olurlar, ta ki sana bir elem değmesin diye.” Şair Nabi de 1699 civarında, ‘Hayriyye’ adlı eserinde “can-ı peder”ine (babasının canı) şöyle sesleniyordu: “Pertevi-i nûr-ı hayatım sensin/Mahz-ı hayr-ı berekâtum sensin” (Ömrümün nurunun ışığı sensin, bolluk ve bereketimin özü sensin). Yürekten seven ve sevilen tüm babalara, canımız babalarımıza selam olsun... Bu dünyadan göçenlerin de ruhları şâd olsun.
BABA HAKKI VARSA VAR HAKEMİNE NE GEREK VAR?
BEŞİKTAŞ’ın efsane futbolcusu, kaptanı ve başkanı Hakkı Yeten, “baba” lakabını herkese sahip çıkması, saygı uyandıran otoritesi ve tabii iş ahlakı sayesinde kazanmıştı. Baba Hakkı’ya öylesine güven duyulurmuş ki, hakemler tartışmalı pozisyonlarda onun fikrini sorarlarmış. Sahadaki Baba Hakkı da adının hakkını verir; Beşiktaş’ın ister lehine, ister aleyhine olsun hiç tereddüt etmeden gördüğünü, doğru bildiğini söylermiş. Eğer günümüzde de her futbolcu maç içinde Baba Hakkı gibi davranabilse VAR hakemlerine gerek kalmazdı. Genel kural, sporda da geçerli: Bireysel erdemin zayıfladığı yerde sıkı denetim ve polisiye tedbirler artar. Atatürk boşuna dememiş “Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim” diye.
Paylaş