Paylaş
BULUTLARIN ARDINDA
“Yere inen bulut” olarak da tarif edilen “sis”, İrlanda’dan Japonya’ya varıncaya kadar pek çok inançta sembolik anlamlar taşır: Sis, gözle görülmeyen varlıkların yeryüzüne ziyaretidir. Onunla gelen bazen bir peri veya ürpertici bir varlık, bazen de kutsal bir ruhtur. Ruhlar gibi, sis de elle tutulmaz, tek bir kalıba sokulamaz. Mitolojide öte dünya, bir sis perdesiyle görünen dünyadan ayrılır.
KUTSAL DAĞIN ÖRTÜSÜ
Sis ve buhar, Tevrat’ta yaradılışın asli unsurudur ve yeryüzüne bereket getirir: “Yerden yükselen buhar, bütün toprakları suluyordu (Yaradılış, 2/6).” “Yere inen bulut” yine Tevrat’ta, Hz. Musa’nın Allah’ın hitabına nail olmasıyla görülür: “Musa dağa çıkınca, bulut dağı kapladı. Rabbin görkemi, Sina Dağı’nın üzerine indi. Bulut, dağı altı gün [boyunca] örttü. Yedinci gün Rab, bulutun içinden Musa’ya seslendi (Mısır’dan Çıkış, 24/15-16).”
DÜŞÜNENLER İÇİN
İnsan hayatının kısalığı, İncil’de “Yaşamınız nedir ki? Kısa süre görünen, sonra yitip giden buğu (sis) gibisiniz (Yakup, 4-14)” benzetmesiyle anlatılır. Toprağa bereket getiren su buharı, sis, duman ve bulutlar, Kuran’da da farklı şekillerde geçer: “Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda... ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde, düşünen bir toplum için birçok deliller vardır (Bakara, 164).”
VARLIĞI BİLİNSE DE
İslam kültüründe “sis perdesi”, Allah’ın varlığını tarif edebilmek için başvurulan benzetmelerden birisidir: Daha önce görüp var olduğunu çok iyi bildiğiniz dağlar, kıyılar sis bastığında nasıl görünmez olursa, Allah’ın varlığı da nefis yüzünden öyle görünmezdir. Diğer bir deyişle, yalnızca dünyayı görebilen nefis, bir sis perdesi gibi ruhumuzu örter ve Yaradan’ın hakikatini görmeyi engeller. ‘O’nun bize “şah damarından daha yakın olan (Kaf, 16)” varlığını bilsek de zatını göremeyiz. Yani “dünya gözü” ile Allah’ı görmek mümkün değildir çünkü o şekilden münezzehtir. Bu sis perdesi, ancak dünyadan ayrıldıktan sonra açılacak ve ruhumuz, “gönül gözümüzle” Yaradan’ı müşahede edebilecektir.
SİS DAĞILMADIKÇA
İnsan denen varlık, gözünün görmediği, kulağının duymadığı, elinin değmediği şeylerin varlığına inanmakta zorlanır. Mutlaka “ayan-beyan” delil ister. Ama yine de görünenin ötesindeki anlamı arar durur. Sevgi, aşk, hak, adalet, dürüstlük, merhamet... Bunların hepsi gözle görünmez, elle tutulmaz kavramlardır. Ki medeniyet ancak bu soyut kavramlar üzerinde yükselir. O soyut değerler de gündelik hayatı şekillendirip güzelleştiren somut davranışlara dönüşür. Dolayısıyla maddi dünyanın getirdiği sisli-puslu havaya aldanmamak gerek. Eğer pusulamız doğru yönü gösteriyorsa sisten önümüzü göremesek bile kıyıya ulaşmak mümkündür. Konu hakikat yolculuğu olduğunda, meseleye şairin dediği gibi yaklaşmak en iyisi galiba: “Hayır, bu hal uzun süremez sen yakındasın / Hâlâ dağılmayan bu sisin arkasındasın.”
YOL GÖSTEREN MİNARELER
MALUM... İslam’ın en bilinen sembolü camiler ve minarelerdir. Minarelerin çıkış noktasıysa siste ve karanlıkta doğru yolu göstermek amacıyla inşa edilmiş “manare”ler, yani fenerlerdir. İnanç aleminde, insanlığın “manevi fenerleri” peygamberlerdir. Bu doğrultuda “Allah’ın evlerinin” insanlara hem maddi hem de manevi yol göstermesi arzulanmış; ibadethaneler, camiler sadece şehirlere değil, aynı zamanda yolculuk güzergâhları üzerine de kurulmuştur. Keza dergâhların ve zaviyelerin tarihteki önemli işlevlerinden biri de seyyahları ağırlayıp onlara yiyecek-içecek ikram etmek, onların madden ve manen doyurmaktı.
*
Sık sık sisle örtülen İstanbul’daki kimi deniz fenerleri ve kuleler, Osmanlı devrinin evliya türbelerine ve camilere çok yakın noktalarda bulunur. Bu mekânlar denizciler tarafından büyük hürmet görmüş, sefere çıkılırken evliyanın ruhaniyetine dualar okunması bir gelenek olmuştur. Bunların en bilinenleri Rumeli Feneri’nde Sarı Saltuk, Sarıyer’de Telli Baba, Beykoz’da Hz. Yuşa, Beşiktaş’ta Yahya Efendi ve Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdai’dir. Günümüzde Boğaz’ın radar noktalarıyla da yakın olan bu türbeler, önemli ziyaretgâhlar olmayı sürdürüyor.
Paylaş