Paylaş
Karagöz-Hacivat’ı bilmeyenimiz pek yoktur. Ne de olsa Türk-Osmanlı kültürünün en meşhur görsel simgelerinden biri. Çizgi filmin/animasyonun atası sayılabilecek gölge oyunu, nicedir geçmişe mahkûm: Ona ancak turistik eşya dükkânlarında ve ramazanlarda denk geliyoruz. Elbette özünden uzaklaşmış haliyle...
PERDENİN YILDIZLARI
Malum... Karagöz ve Hacivat gösterisi, başroldeki iki karakterin zıtlığı üstüne kuruludur. Hacivat, Karagöz’e göre daha bilgilidir. Açık sözlü Karagöz biraz kaba-saba, “Hacı cav-cav” ise daha bir naziktir. Aralarındaki kültür farkı, yanlış anlamalara ve Karagöz’ün celallenmesine yol açar. Zaten olaylar da genellikle onun attığı “kötek” ile son bulur.
*
Ancak bu karşıtlıkta bile ince bir çizgi olduğunu unutmayalım: Ne tümden olumlu, ne de olumsuzdur bu iki kahraman. Çekişseler bile aynı mahallede birlikte yaşamaya devam ederler. Hacivat gördüğü muameleye rağmen bir sonrakinde Karagöz’e gidip onunla sohbet etmekten vazgeçmez.
*
Geleneksel “beyaz perdede” bu ikiliye, Osmanlı toplumunun hemen her kesiminden, kadın-erkek figürler eşlik eder. Sosyal sınıflardan, etnik, dini gruplara ve pek çok mesleğe kadar her kesim temsil edilir. Konular, karı-koca atışmasından siyasi hicve kadar çok çeşitlidir. Yetişkinlerle çocuklara yönelik gösterilerin içeriği arasında da bariz farklar vardır tabii ki.
HAYY - HAKK
Her Karagöz-Hacivat oyunu bir açılış bölümüyle başlar: “Hay–Hak... Perde kurduk, ışık yaktık”. İlk kelimeler, doğrudan “Esma-i Hüsna”dan, yani “Allah’ın güzel isimleri”nden seçilmiştir. “Hay”, “sonsuz hayat sahibi, hayatın yegâne kaynağı” anlamı taşır. Gündelik dilde Allah anlamında kullanılan “Hak” ise “mutlak hakikat, varlığın gerçek dayanağı” demektir. Yani gösterinin daha en başından İslam öğretilerinin etkisi hissedilir.
O BİR GÖLGEDİR
Rivayete göre bu eski sanata, mecazi boyutunu katan Şeyh Küşteri olmuştur: Şeyh bir akşam sohbette, dünya hayatının sadece yansımalardan (tecellilerden) ibaret olduğunu anlatır. Ancak bazı talebeleri, bu sözü tam olarak anlayamazlar. Bunun üzerine Şeyh Küşteri, kavuğunun sargısını açarak onu dört köşe bir perde haline getirir. Perdeyi bir kandilin önüne yerleştirir. Kandilin ışığı Yaradan’ın nurunu, ışığın aydınlattığı perdeyse dünyayı temsil eder. Perdeye yansıyan her bir şekil, ancak ustanın marifetiyle “canlanır”. Onun verdiği sesle dile gelir... Oyunu izlemeye dalan seyirciyse, ustayı unutur. Sadece perdedeki suretlerin hareketini görür. Meşhur bir şarkıdaki ifadesiyle “o bir gölgedir, varlık sanırsın”.
GÖRÜLMESİ GEREKEN
Yani gölge oyununda asıl gaye, dünya hayatının, yani “hayal perdesi”nin arkasındaki hakikati düşündürtmektir: “Perdeyi kaldır gözden, ibret al sen bu sözden / Perdeyi sanma bezden, kemalattır (olgunlaşmadır) perdemiz!” Baş gözüyle bakan kişi yalnızca suretleri, kalp gözüyle bakansa insanlardaki özü görür.
*
Ve elbette dünyadaki ve insanlardaki güzelliği görmek için, güzel bakmak gerekir. İnsana yakışan, onu olgunlaştıracak olan da bu değil midir? Ne de olsa Hz. Peygamber’in ifadesiyle “Allah sizin suretlerinize bakmaz ama kalplerinize bakar”.
*
Kendimize samimiyetle soralım... Kızdıklarımızla aynı mahallede kalmaya; aramızdaki farkları, yanlış anlamaları gidermeye; görünüşe değil gönüllere bakmaya gerçekten niyetimiz var mı? Her yeni güne “niyet ettim herkese kalp gözüyle bakmaya” diyerek başlamak mesela... işe yarar mı?
RAMAZANLA NE İLGİSİ VAR?
Peki ama Karagöz-Hacivat’ın; ortaoyunu, meddahlık, hikâye – masal anlatıcılığı, tuluat gibi sahne gösterilerinin ramazanla ne ilgisi var? Elbette doğrudan bir ilgisi yok. Ancak Osmanlı’da tüm gösteri sanatları, en iyi ortamı ramazanda bulurdu. Çünkü bu ayda çok geniş bir izleyici kitlesine erişilirdi. Teravih namazı sayesinde, diğer aylarda görülmeyen kalabalıklar bir araya gelir; böylece şehir meydanlarında adeta büyük bir kültür-sanat festivali yaşanırdı. Tabii buna ramazan bayramını da eklemek gerek. İşte bu nedenle gösteri sanatları, zaman içinde ramazanla özdeşleşmiştir. Özellikle de küçük çocukların hatıralarında.
BİR AYET
Gözler O’nu göremez; halbuki O, gözleri görür. (En’am, 103)
BİR HADİS
İhsan (iyilik), Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyor olsan da O seni görmektedir. (Buharî, Tefsîr, (Lokman) 2)
ESMA-İ HÜSNA
El-Basîr
Her şeyi ve her yapılanı gören, idrak eden.
Paylaş