Paylaş
Bu şehirler, tarih boyunca Müslüman coğrafyasının hayranlık uyandıran, örnek alınan kültür merkezleri oldular. Elbette liste aslında daha uzun: Buhara’dan Delhi’ye kadar niceleri var. Gelin görün ki tüm bunlar içinde sadece tek bir şehir, iki büyük medeniyetin kesintisiz başkenti olmak vasfını taşımıştır: İstanbul.
İHTİŞAM VE İKİLEM
İstanbul, sadece İslam coğrafyasının değil, özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda dünyanın en önemli kültür merkezlerinden biri olmuş; Doğu’dan ve Batı’dan pek çok sanatçıyı, âlimi, seyyahı kendine çekmiştir. Ne var ki bilimsel, askeri ve ekonomik üstünlüğün adım adım Batı’ya geçmesiyle dünya genelinde “Müslüman” şehirlerin etkisi azalmaya başladı. Güçlü bir tarihi kırılma kapıdaydı... İstanbul 19. yüzyılda mimaride bir tür Doğu-Batı sentezini kovaladı. Ama bu tek başına yeterli değildi. Her alanda ikili bir yapı oluşuyordu: Bir yanda “geleneksel” sanatlar, diğer yanda “modern” sanat. 20. yüzyılda ise “geleneksel” kültür ürünleri, tüm dünyada “turistik eşya” haline dönüşüyordu.
*
Söz konusu kimlik ikilemi sadece Türkiye’ye özgü değil tabii ki. Bugün Fas’tan Endonezya’ya uzanan dev coğrafyada, öncü bir medeniyet çizgisinden söz etmek olanaksız. Günümüzün küresel kültür başkentleri New York, Los Angeles, Londra, Paris gibi şehirler... Milano, Barselona, Kopenhag, Şanghay gibileri onları kovalamaya çalışırken İstanbul, Kahire ve diğerleri hayli geriden geliyor.
YENİDEN BULUŞMA NOKTASI
İstanbul geçen 29 Ekim’de, işte tüm bu medeniyet yarışında eksikliğini uzun zamandır hissettiği bir mekâna, yani Atatürk Kültür Merkezi’ne yeniden kavuştu. AKM binasının başlı başına bir sanat eseri olması mutluluk verici. Ancak binaları yapmak yetmiyor. Bir de onları ne tür kültürel değerlerle dolduracağınız meselesi var. Eğer kültürümüz birbirine değmeyen, birbirini beslemeyen iki ayrı nehir olarak akmaya devam ederse, günün birinde ikisini de kurutma tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliriz.
HİÇBİRİ VE HEPSİ
Türkiye, medeniyet haritasında ne tam Doğu’dur, ne de Batı... Kıtaların olduğu kadar kültürlerin de buluşma noktasıdır. Yani Türkiye, “kültür başkenti” İstanbul’un öncülüğünde aslında hem Doğu’dur, hem Batı. Birini diğerine hâkim kılıp silmeye çalışmak son derece yersiz, faydasız bir çaba; hatta medeniyetsizliktir. Kuran, “Doğu da, Batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (zatı) işte oradadır (Bakara, 115)” der. Oysa ayrışma ve kutuplaşma eğilimleri çağımızda hâlâ etkisini sürdürüyor. Farkları bulmak kolay. Asıl büyük marifet birleştirebilmekte; yani Doğu’nun ve Batı’nın, Kuzey’in ve Güney’in güzelliklerinden yepyeni güzellikler meydana getirmekte.
SİNAN’I AŞMAK
ATATÜRK Kültür Merkezi’nin açılışında “Sinan Operası” da ilk kez sahnelendi. Hiç şüphesiz Mimar Sinan, hem Osmanlı hem de İslam mimarisinde önemli bir doruk noktası. Büyük bir tevazuyla “imzasını taşımayan” zarif ve zevkli eserleri, mühendislik açısından da başyapıt konumunda. Ayrıca tüm projeleri sahada yöneten bir lider olduğunu da unutmayalım. Mimar Sinan’ın bir başka özelliği de geleneksel “Roma” ile “Horasan” tekniklerini birleştirip ikisinden de daha nitelikli bir harç (çimento) elde etmeyi başarmasıdır. Ortaya koyduğu yapıtların, onca yüzyıla ve depremlere rağmen sağlam kalmasının ardında işte böyle bir vizyon vardı.
Üzülerek söylemeliyiz ki bugün Roma (Batı) ile Horasan’ın (Doğu’nun) güçlü yanlarını birleştirmek şöyle dursun, mimari alanda İslam kültürüne yenilikçi, özgün eserler katmaktan hayli uzağız. Günümüzde cami mimarisinde çağdaş teknolojilerden yararlanıldığı muhakkak. Ancak kendimize sormamız gereken soru şu: Süleymaniye’yi, Selimiye’yi ziyaret eden biri, çağımızda inşa edilen camilerden birini ziyaret etmeye ne kadar istekli olur? Aslı varken suretini görmeyi kim ister? Üstelik Türkiye’nin dört bir yanında binbir emekle yapılan camilerin kaçına mimari açıdan “eşsiz” diyebiliriz ki?
*
Elbette ibadethanelerin asli amacı gösteriş, ihtişam değil, kişinin Yaradan’a ve özüne yönelmesidir. Ancak güzel olan, üretirken daha önce yapılmış olanı tekrarlamak değil, Allah’ın “El-Musavvir” ismine yaraşır yeni eserler ortaya koymaktır. (El-Musavvir: Yaratıp düzenleyenlerin en güzeli; kudreti ve sanatı pek yüce olan.) İnsanlığın nihai amacı nasıl “kemâlât” yani manevi olgunlaşmaysa, bunun maddi yansıması da ortaya koyduğumuz “tekâmül” etmiş güzel eserlerdir.
Paylaş