Paylaş
Günümüzden 13 bin yıl öncesine tarihlenen bu ayak izleri, bir kadına aitmiş. Araştırma sonuçlarına göre bu kadın, koşar adımlarla ilerliyormuş. Hem de kucağında bir bebekle. O zamanlar göl kenarı olan bu arazide bir o yana koşturmuş, bir bu yana. Belki kucağında ağlayan çocuğunun açlığını, sıkıntısını bir an önce giderebilmek için... Belki de peşindeki birine ya da yırtıcı bir hayvana yakalanmamak kaygısıyla... Veya hava kararmadan evine dönme endişesiyle... Yani koşuşturma, sadece modern kadınlara özgü bir zorluk değil, belli ki insanlığın tarihi kadar eski!
GÜZELLİĞİN BEDELİ
Kadınların koşuşturması, binlerce yıldır yaşatılan bir ibadetin, ritüelin de kaynağıdır aynı zamanda. Anlatının kökeni Tevrat’a dayanır... Hz. İbrahim’in hanımı Sâre’nin (Sarah) görenleri hayran bırakan bir güzelliği vardır. Onun dillere destan güzelliği, firavunun kulağına kadar gider. Firavun, önce Sâre’ye göz koyar ama karşılaştığı birtakım olaylar karşısında bu niyetinden vazgeçer. Hacer adındaki hizmetçilerinden birini (bazı rivayetlere göre kızını) Sâre’ye vererek beldelerinden gitmelerine müsaade eder.
İKİ BEBEK, BİR AYRILIK
Uzun zaman geçmiş, Sâre’nin yaşı iyice ilerlemiş ancak Hz. İbrahim’le çocukları olmamıştır. Bu duruma çok üzülen Sâre, Hz. İbrahim’in çocuk sahibi olabilmesi için ikinci eş olarak Hacer’le evlenmesine izin verir. Hacer, Hz. İsmail’i doğurur. Bir süre sonraysa “Halil İbrahim sofrasına” gelen misafirler -ki bunlar meleklerdir- Hz. İbrahim’e ve Sâre’ye bir çocuklarının olacağını müjdeler. Ancak Sâre, Kuran’a göre bu habere kahkahalarla güler ve artık bir “kocakarı” olduğunu, çocuk doğurmasının mümkün olmadığını söyler. Ne var ki bir süre sonra Hz. İshak’a hamiledir. Tevrat’a göre bu gelişme, Sâre ile Hacer’in ilişkisini değiştirecektir. Sâre, İsmail’le İshak’ın bir arada kalamayacağını savunur ve Hz. İbrahim’den Hacer’le İsmail’i başka bir yere yerleştirmesini ister. Vahiyle doğrulanması üzerine Hz. İbrahim, Sâre’nin bu talebini kabul eder.
İZ BIRAKAN FEDAKÂRLIK
Çölde bir vadiye geldiklerinde Hz. İbrahim, Hacer’e onları buraya yerleştireceğini söyler. Hacer, doğal olarak şaşırır: “Bizi hiçbir ekinin bitmediği ve kimsenin yaşamadığı bu vadiye bırakıp gidecek misin?” Ancak Hz. İbrahim, bu ‘sıfırdan’ başlangıcın, zorunlu yerleşimin vahye dayandığını bildirir. Buranın inançlı insanlar için güvenli, temiz, mübarek bir belde olması için dua eder. Sonrasında Sâre ve İshak’ın yanına döner. Hacer, artık kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde, küçük oğluyla yalnız başınadır. Elindekiler tükendiğinde bir su kaynağı aramaya koyulur. Su bulabilmek için her yeri arar; bir o yana koşar, bir bu yana. Derken bir mucize gerçekleşir: Yerden tertemiz bir su, yani Zemzem çıktığını görürler.
Hacer inançla çabalamış, aramış; fedakârlığının, rızasının ve temiz kalpliliğin karşılığını almıştır. İlgili bir ayetteki ifadeyle: “Her kim gönülden iyilik yaparsa, karşılığını görür. Doğrusu Allah şükrün karşılığını verendir ve bilendir”. Hz. Peygamber ise Hacer için Allah’tan rahmet dileyip şöyle demiştir: “Eğer [o] suyun önünü kapamasaydı Zemzem [öylece] akıp giden bir ırmak olurdu.” İşte Hacer’in bulduğu su kaynağı ve Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’le birlikte inşa ettiği Kâbe, zamanla insanları kendine çeker. Böylece Mekke, önemli bir uğrak noktası ve hac merkezi olur. Yüzyıllar sonraysa Müslümanların kıblesi...
ÇABANIN SİMGESİ
Her yıl milyonlarca Müslüman, hac ve umre ibadeti sırasında Hacer’in bu zorlu koşuşturmasını anıyor, temsili olarak canlandırıyor. (Elbette günümüzde güneş altında, toprak üstünde değil; mermer zeminde, klimalı bir ortamda ve su sebilleriyle çevrili şekilde). Mekke’deki Safa-Merve tepeleri arasındaki yürüyüş ve kısa mesafeli koşu ibadetine “Sa’y” denir. Sa’y, “yürüme–koşuşturma” yanında “çalışma, emek, gayret” anlamı taşıyan bir kelime. Gündelik konuşmadaki “mesai” kelimesi de bu kökten türemiştir. Hacer ismininse, hicret ve hicran kelimesiyle ortak bir kökten gelmesi ihtimal dahilinde. Oğluyla birlikte ayrılığa ve zorlu koşullara katlanan Hacer, İslam medeniyetinde ilahi yardımdan asla umut kesmemenin, imkânsızlıklara rağmen yılmadan çalışmanın ve tabii şefkatin simgesi olarak görülmüştür. Tıpkı 13 bin yıl öncesindeki veya günümüzdeki fedakâr kadınlar ve iz bırakan anneler gibi.
Paylaş