Paylaş
Bu mozaiklerdeki ‘Hz. Meryem ve Çocuk İsa’ figürü, Hıristiyan ikonografisinin en bilinen örneklerindedir. İşin ilginci, anlatılanlara göre o figürün bir benzeri, vakt-i zamanında Kâbe’de de bulunuyordu.
*
600’lü yılların başlarıydı... Fırtınaları ve zorlu akıntılarıyla ünlü Kızıldeniz’de bir Bizans gemisi, günümüzdeki Cidde yakınlarında, kayalıklara çarparak parçalandı. Mekke bölgesi büyük ağaçlardan yoksun olduğu için kereste temini zordu. Geminin akıbetini öğrenen Mekke’nin ileri gelenleri, karaya vurmuş büyük ahşap parçaları ve yelken direklerini satın alarak Kâbe’nin yeniden inşasında kullanmaya karar verdiler. İşte o tahta sütunlardan birinin üzerinde ‘Hz. Meryem ve Çocuk İsa’ resmi vardı.
*
Kâbe’nin yeniden inşasında görev almış olan Muhammed-ül-Emin, yıllar sonra artık ‘Allah’ın Elçisi (Resulullah)’ idi. Anlatılana göre Resulullah, Mekke’nin fethinden (630) sonra Kâbe’nin içindeki tüm putların dışarı çıkarılıp kırılmasını istedi. Putlar çıkarıldıktan sonra girdiği Kâbe’nin iç duvarlarında pek çok figür bulunuyordu. Bunlardan birinde Hz. İbrahim ve Hz. İsmail, ellerinde fal okları tutarken resmedilmişti. Hz. Peygamber, “Yemin ederim ki onlar fal okları çekmemiştir” diyerek iki peygamberin bu şekilde resmedilmelerini kınadı. Hemen Zemzem suyu ve bez getirtti. Önce ellerini bir resmin üstüne koydu ve “Elimin altındaki hariç tüm resimleri silin” dedi. Rivayete göre Kâbe’nin içinde Cahiliye devrinden kalıp da o gün silinmeyen tek resim, Hz. Peygamber’in elinin altındaki ‘Hz. Meryem ve Çocuk İsa’ figürüydü.
*
Pek çok İslam tarihçisi, Ezrakî’nin (ö.864) ‘Ahbaru Mekke’ adlı eserinde yer verilen bu rivayete şüpheyle yaklaşır. Elbette İslam’dan önce Kâbe’de ‘Hz. Meryem ve Çocuk İsa’ figürü bulunmasına değil... Asıl itirazları, Mekke’nin fethinden sonra bu resmin silinmemiş olmasınadır. Çünkü anlatılan olayın, putperestliği çağrıştırdığı için suretlere doğru ibadet etmemeye özen gösteren Hz. Peygamber’in genel tavrıyla örtüşmediğini savunurlar. Peki ama tüm itirazlara rağmen bu rivayet doğru olabilir mi? Bunu tam anlamıyla bilmemiz mümkün değil. Çünkü 683 yılındaki iç savaş sırasında Kâbe yandı. Ayrıca atılan mancınıklarla çatısı hayli zarar gördü. Bu nedenle yıkılıp tekrar inşa edildi. Dolayısıyla Hz. Peygamber’den sonraki yıllarda da görüldüğü rivayet edilen bu resimden herhangi bir iz kalmadı.
*
Bugün Ayasofya’da bulunan ‘Hz. Meryem ve Çocuk İsa’ mozaiğinin, İstanbul’un fethinden sonra hemen kapatılmadığını, bunun Hz. Peygamber’in Hz. Meryem ve Hz. İsa sevgisine dayandığını öne sürenler olsa da bu sadece bir varsayımdır. Evet, fetihten çok sonraları bazı mozaiklerin görüldüğü anlatılır ama bunun sebeplerini kesin olarak bilemiyoruz. Üstelik hangi mozaiğin tam olarak hangi tarihte kapatıldığını belgelemek çok zor. Emin olduğumuzsa mozaiklerin üzerleri örtülürken bunun tahrip amacı taşımadığı.
AYASOFYA’YI YAŞATAN ÖZEN
Bir anlatıya göre, Fatih Sultan Mehmet, fetih gününde binaya zarar verip üstelik bunu din adına yaptığını söyleyen cahil bir askeri yaka paça dışarı attırır. Tursun Bey’in ifadesiyle genç padişah, Ayasofya’daki o ilk günde “Acayip ve garip sanatları seyrettikten sonra her tarafı dolaşıp kubbeye çıktı. Binanın harap vaziyetini gördü” ve Ayasofya’yı şahsen koruma altına aldığını herkese duyurdu. Fatih’in bu tavrı sonraki kuşaklarca da sürdürüldü. Ve Ayasofya zamanın tüm yıpratıcı etkilerine ve depremlere karşın ayakta kaldı. 567 yıl boyunca hem Osmanlı’daki, hem de Cumhuriyet devrindeki onarımlar ve bakım sayesinde...
BU ARAF, ASLINDA HANGİ TARAF?
ÖYLE bir zamandayız ki, sözün kendisi değil, söyleyenin ait olduğu taraf önemli! Konunun ne olduğu da fark etmiyor. Ya o cenahtan olmalısın ya bundan... Ya siyah olmalısın ya beyaz. Aradaki farklı renkler, takım tutmanın şart olduğuna inananlarda soru işareti doğuruyor. Hal böyleyken taraftar olmayıp “Araf’ta kalmak”, zor zanaat.
*
Tam olarak ne cennete, ne cehenneme ait olmayan, ikisi arasındaki yerdir “Araf”. Gündelik konuşmada “iki arada, bir derede kalmak” anlamında da kullanılır. Ancak Araf’ın az bilinen, derin bir anlamı daha var: Araf kelimesi, bilmekten (irfan) türemiştir. Kuran’a göre (A’raf, 7/45) cennetle cehennem arasındaki tepede, “herkesi simalarından tanıyanlar” yer alır. Yani “bilenler” anlamı esas alındığında araf, arada kalanların değil, olaylara tepeden bakarak, doğruyu-yanlışı ayırt edebilen ariflerin bulunduğu yerdir. Böyle düşününce, tüm zorluğuna rağmen bu dünyada “Araf’ta kalmak” en güzeli galiba.
Paylaş