Irak’ta nereden nereye?

Arabistan’dan yola çıkan Vehhabîler 1801’de Irak’ta, Kerbela’ya düzenledikleri baskında binlerce kişiyi öldürmüş; türbeleri tahrip etmiş; hatta Hz.Hüseyin’in kabrindeki sandukayı yakmışlardı.

Haberin Devamı

Bu olay Şiî halkla, Sünnî yöneticiler arasındaki geleneksel ilişkilerin hızla bozulmasına yol açacaktı. Osmanlı hem Vehhabîlerle boğuşmak, hem de bölgede güveni yeniden tesis etmek zorundaydı. Üstelik Irak, komşu ülke İran’ın da rekabet sahasıydı. 18.Yüzyıl’da İran’dan bölgeye göçler yaşanmıştı.

Bu rekabetin yanı sıra Güney Irak’ın Şiî liderleri de, Kerbela başta olmak üzere egemenlik sahası kurma peşindeydiler. Şiî ulema, Osmanlı idarecilerinden bağımsız hareket edebilmek uğruna 1824-1843 yılları arasında ‘mafya’ çetelerinin faaliyetlerine katlanmak durumunda kalmıştır. Bu isyancı güçler ancak
Osmanlı kuvvetlerinin bölgeye sevk edilmesiyle bastırılabilecekti. O yıllarda Bâb-ı Âli, Musul’dan Basra’ya kadar tüm Irak’ı Osmanlı merkezi yönetimine katmaya çalışıyordu. (Aynı çaba Suriye için de geçerlidir.)

 

Haberin Devamı

ŞİÎLEŞME VE İRAN ETKİSİ

 

Günümüzdekine benzer bir şekilde 19.Yüzyıl’da da Güney’de Şiî, Batı’da Sünnî, Kuzey’de ise Kürt nüfus yoğunluktaydı. Çoğunluk göçebe ve yarı-göçebe bir yaşam sürüyordu. II.Abdülhamid döneminde Irak’ta modernleşme yolunda önemli adımlar atılmıştır. Bir yandan yerleşik düzene geçiş ve şehirleşme artarken bir yandan da Şiîleşme yaşanıyordu. Kayıtlar Şiî nüfusun 19.Yüzyıl’da (özellikle son çeyreğinde) hızlı bir artışa geçtiğini gösteriyor. Bunda Güney’den gelen Vehhabî baskısının da etkisi vardı. Bu değişim uzun vadede, çoğunluğun Şiîler’de olmasına yol açacaktır. Elbette bu şartlar altında İran, Şiîlik propagandasıyla Irak’ta etkisini arttırmaya çalışırken, Osmanlılar karşı propagandayla Şiî tebaasının bağlığını korumaya çabalıyordu. İran’dan duyulan endişe nedeniyle, Osmanlı topraklarına yabancı ülkelerde basılmış Kur’an sokulması bile yasaklanmalıydı. Çünkü Rusya, Mısır ve İran’da basılan Kur’an’ların tahrif edilerek Osmanlı aleyhtarı bir malzemeye dönüştürülmesinden çekiniliyordu.

Alınan bir diğer –beyhude- önlem, önce Şiî-Sünnî evliliklerinin yasaklanma çabası (1822), ardından Osmanlı-İranlı vatandaşlarının evliliklerini düzenleme (1874) kararıdır. Hiç kuşkusuz mesele, -çoğu kez yanlış yorumlandığı üzere- mezhep taassubun ötesindeydi. Asıl konu, merkezi yönetime bağlılık ve siyasi egemenlikti. Belgelerin gösterdiği üzere Osmanlı, bölgedeki kutuplaşmayı önlemenin çok zorlaştığını fark etmişti. II.Meşrutiyet’in getirdiği özgürlük fikri de bu kutuplaşmanın ortadan kalkmasını sağlamadı. Hemen sonrasında I.Dünya Savaşı patlarken Batı işgaliyle olayların akışı farklı bir boyut kazanacaktır.

 

Haberin Devamı


BENZER BİR TABLO

 

Aradan geçen yüzyıl, Irak’ın paylaşım ve yönetim sorunlarını çözmek için yeterli olmadı. Vehhabilerin rolünü bugün DAEŞ üstlenmiş durumda. Hem de Suriye’ye uzanan geniş bir egemenlik sahasıyla birlikte… İran, yine Irak’ta Şiîlik propagandasıyla etkisini arttırmaya çabalıyor. Irak’ın Şiî liderleri sanıldığı gibi İran’ın doğrudan temsilcisi değiller ve kendi egemenliklerini korumayı hedefliyorlar. Aynı beklenti Sünnî Araplar ve Sünnî Kürtler (buna Türkmenleri de ekleyelim) için de geçerli elbette. Türkiye hem PKK’nın, hem de DAEŞ’in Irak sınırlarındaki varlığından etkileniyor. Kuşkusuz Türkiye, Osmanlı’nın yüzyıl önceki konumunda değil. Ama Irak’taki merkezi devletin etkisizliğiyle oluşan vakum, Türkiye’yi bu 200 yıllık tehlikeli ve karmaşık denklemin içine çekiyor.

Tarih bize çok ama çok dikkatli olmamız gerektiğini söylüyor. Bırakın yüzyıl öncesini, ABD’nin Irak macerası bile bölgenin kırılganlığı hakkında yeterli veriyi barındırmıyor mu? Kurşun bir kere namludan çıktıktan sonra onu geri çevirmek mümkün değil. Kaldı ki, askeri gücün tek başına sorunları çözmeye yetmediği de ortada. Aman diyelim…

Yazarın Tüm Yazıları