Paylaş
“İki eşli Nasreddin Hoca krizi”.
Geçtiğimiz günlerde bir CHP milletvekili, çocuklara yönelik “Nasreddin Hoca ile Düşünmeyi Öğrenmek” başlıklı kitapta yer alan “iki eşli Nasreddin Hoca” hikayesiyle ilgili olarak Meclis Başkanlığı’na önerge verdi ve Milli Eğitim Bakanı’nın yanıtlaması istemiyle “kitabın herhangi bir inceleme ve denetime tabi tutulup tutulmadığını” sordu. Söz konusu kitap, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanmış bir yayın değil ve standart müfredat içinde yer almıyor. İşin ilginç yanı, ‘yerli’ veya ‘muhafazakar’ bir çalışma da değil: Fransız filozof Oscar Brenifier ve Isabelle Millon imzasını taşıyor. Yani, aynı anda iki kuzenle evli olarak anlatılan Nasreddin Hoca, bir bakıma Avrupa’dan ithal edilmiş!
Nasreddin Hoca’nın devrinde (tahminen 13.Yüzyıl) çok eşlilik yasal olsa da, günümüz öğrencilerine tavsiye edilen bir kitapta bu hikayenin yer alması pek çok velinin itirazına yol açtı. Gelin, biz bu tartışmayı şimdilik günümüzde bırakalım ve çok eşliliğin geçmişteki durumuna bakalım.
İSLAMİYET ÖNCESİNDE
Yeterince araştırılmış olmasa da eldeki bilgiler, İslamiyet öncesi Türklerde tek eşliliğin esas olduğuna işaret ediyor. Bunun istisnası genellikle çiftin çocuklarının olmamasıydı. Hakanın ise politik nedenlerle dışarıdan ikinci evlilik yaptığı görülürdü. İnsanlık tarihinde yaygın bir geçmişi olan çok eşlilik, İslamiyet öncesi Arap kültüründe zaten mevcuttu ve sayı sınırlaması yoktu. Dolayısıyla Kur’an, çok eşliliği dörtle sınırlayarak mevcut geleneği ‘evdeki yetim kızları koruma’ şartına bağlıyor; ayrıca şu esası getiriyordu: “Eğer adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o takdirde bir tane (kadın) alın”. Tek eşliliği öne çıkaran bu durum ayrıca “ne kadar isteseniz de kadınlar[ınız] arasında tam bir adalet sağlayamazsınız” mealindeki ayetle vurgulanıyordu. Ne var ki Arapları çok eşliliğe yönlendiren geleneksel nedenlerin başında, Kur’an’da belirtilen şartlardan ziyade kabile bütünlüğünü korumak vardı.
SOYLULUK VE NİKAH
Hz.Hatice örneğindeki gibi çok varlıklı, iş sahibi olanlar hariç, modernleşme öncesi kültürlerde bir kadının kendi imkanlarıyla yaşaması çok zordu. Savaşta esir düşen bir kadının durumuysa ne Çin’de, ne Avrupa’da birbirinden çok farklı sayılmazdı. Dolayısıyla nikahsız bir kadın, korumasız bir birey gibiydi. Örneğin, ilk Müslüman kadınlardan Esma bint Ubeys, önce Hz.Muhammed’in amcaoğlu Cafer bin Ebu Talib ile evlenmiş; o Bizans’la yapılan savaşta şehit olunca bu defa Hz.Ebu Bekir ile evlenmiştir. Onun vefatı ardından ise Hz.Ali ile nikahlanmıştır. Çok eşliliğe izin verilse bile, -özellikle soylu kadınlarla evlilikte- Müslümanlar için tek eşlilik öncelikliydi. Örneğin Hz.Ali, Hz.Peygamber’in kızı Hz.Fatıma hayattayken ikinci bir evlilik yapmamıştır. Aynı durum, Osmanlı padişahlarının kızlarında / kız kardeşlerinde de geçerliydi. Onlarla evlenmenin ve evli kalmanın koşulu, tek eşliliği kabul etmekti. Kanuni devrinde yazan Kınalızâde Ali Efendi de, Ahlak-ı Alâi adlı eserinde modern yorumculardan birkaç yüzyıl önce tek eşliliği övüyordu: “Erkek evde, bedendeki kalbe benzer. Nasıl ki iki bedene bir kalp hayat vermezse; iki evin düzenini de bir erkek sağlayamaz."** Elbette toplum genelinde bu yönde bir anlayış olmasaydı Kınalızâde’nin veya ilham aldığı Nasîrüddin Tûsî’nin (ö.1274), bu satırları tepkiyle karşılanabilirdi.
FANTEZİLER VE GERÇEKLER
Aslında tek eşlilik, sadece saraydan çıkma kadınlara özgü değildi. Arşiv belgeleri, Osmanlı’da çok eşliliğin Avrupalıların ‘harem’ fantezilerine hiç benzemediğini, ayrıca çok yaygın olmadığını gösteriyor. ‘Klasik’ dönemden 19.Yüzyıl başlarına kadar başlıca Anadolu şehirlerindeki çok eşlilerin oranı % 5 ile % 12 arasında değişiyordu. Yani en kaba hesapla % 8,5 dolayındaydı. Kırsal kesimde bu oranın çok daha düşük olduğu öngörülüyor. 19.Yüzyıl sonlarının İstanbul’undaysa çok eşlilik oranı % 2,5’un altındayken, 20.Yüzyıl başında sadece % 2,16 idi*. Tersinden okursak, tek eşlilerin oranı % 97,8 idi!
Bu verilerin de gösterdiği üzere, Cumhuriyet öncesinde de erkekler ne öyle hevesine göre üçer, dörder kadınla evlenebiliyor; ne de tepeleri atınca karılarını üç kere ‘boş ol’ diyerek kapının önüne koyabiliyordu. Osmanlı mahkeme kayıtları bu ‘işlerin’ öyle kolay olmadığını gösteren örneklerle doludur. Kaldı ki toplumsal çerçeve, çok eşliliğin veya kolay boşanmanın önüne zorlaştırıcı engeller getiriyordu. Hal böyleyken Nasreddin Hoca’nın sayısız fıkrada karşımıza daima ‘tek eşli’ çıkmasına şaşmamak gerek. Zaten ona atfedilen fıkralara göre evlilik çok da fazla değişim göstermiş gibi durmuyor: Hoca’ya ‘evlilik ne demektir’ diye sormuşlar. Hoca, muzip ifadesiyle yanıtlamış, “gündüzleri çifte hırlama, geceleri çifte horlama.”
*Bkz. Demirel-Gürbüz-Tuş 1992; Düzbakar 2008; Duben-Behar [1991] 1996.
** Kınalızade Ali Çelebi, Ahlak-ı Alâi, (Haz. H.Algül); ayrıca Öztürk 1990.
Paylaş