Paylaş
SOĞUKTAN KAÇANLAR
Buzul Çağı’nın sona ermesiyle “Ice Age” (Buz Devri) filminden tanıdığımız mamutlar ve uzun dişli kaplanlar yeryüzünden silinirken insanlık, ısınan dünyada daha geniş alanlara yayılacaktır. Son Buzul Çağı’ndaki sert iklim koşulları Avrasya genelinde pek çok topluluğu göçe zorlamış, bu da dillerin ve kültürlerin etkileşiminde rol oynamıştır. Bazı Asyalıların –ki onlara bugün Kızılderililer diyoruz- Son Buzul Çağı’nda Bering Boğazı’nı yürüyerek Amerika kıtasına geçtikleri düşünülüyor. Britanya adaları da yaklaşık 9000 yıl önce buzulların erimesiyle anakaradan kopmuştu. Karadeniz Havzası’ndaki göçler, iklim koşulları ile doğrudan bağlantılıydı. Keza İstanbul ve Boğaz, Son Buzul Çağı’nın doğrudan etkilediği noktalardan birisidir.
HALİÇ’İ DONDURAN KÜÇÜK BUZ DEVİRLERİ
Dünyamız daha sonra gerçek anlamda “Buzul Çağı” yaşamasa da kışların çok ağır geçtiği dönemler oldu. Hatta bilim insanları bu ara dönemleri “Küçük Buzul Devri” olarak adlandırdılar. Örneğin Avrupa 1250-1300 arasında aylarca süren uzun ve sert kışlara tanıklık etti. 1315-1319 yıllarında Avrupa’da yaşanan büyük kıtlığın da bu dönemin çevresel sonucu olduğu düşünülüyor. Bir sonraki kara kış devri, 1600’lü yılların ortalarına doğru yaşandı. 1621’de İstanbul’da Haliç’in bazı bölümleri donmuştu. (Yeri gelmişken… Boğaziçi yüzeyinin Kuzey’den gelen buz kütleleriyle dolması ve buzlar üzerinden yürüyerek karşı kıyıya geçilmesiyle, “Boğaz’ın donması” aynı şey değildir.) Kar ve buz, çocuklar için kızaklı eğlence anlamına gelse de İstanbul gibi bir metropol için ciddi iaşe ve beslenme sorunları demekti. Hatta soğuk hava şehirde can kaybına neden oluyordu.
Soğukla mücadele, insanlığı yeni çareler aramaya yöneltmiş; o yıllarda düğmeli giysi, soba ve seramik karo yapımında önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Hatta bazı araştırmacılar, dünyaca ünlü Stradivari kemanlarına benzersiz sesini veren ağaçların da 17.Yüzyıl’daki Küçük Buz Devri’nin ürünü olduğunu öne sürmüşlerdir.
ACIMASIZ KOMUTAN: KARA KIŞ
Kar ve buzun tarihteki en kritik etkileri elbette fetihler ve savaşlarda görülür. Örneğin havaların yumuşayıp denizlerin açılmasından yararlanan Vikingler, Grönland (ve bir ihtimal Amerika) kıyılarında koloniler kurdular. Ancak yıllar içinde giderek sertleşen kışlar sonucunda bazı koloniler ortadan kalkmış, ayrıca uzun yıllar Grönland’ın anakara ile bağı kopmuştur.
Vikinglerin uzak torunları sayılabilecek İsveç ordusu ise, 1658’de donan Büyük Kemer’i (Kuzey Denizi’ni Batık Denizi’ne bağlayan boğazlardan) geçerek Danimarka üzerine yürümüştü. Ne var ki soğuk, İsveçlilerin güçten düşmesine de yol açacaktır. 1708-1709’daki bahar aylarına sarkan kara kış, Rusya’ya ilerleyen İsveç Ordusu’nun lojistiğini bozmuş; yaşanan açlık ordunun yönünü değiştirip güneye yürümek zorunda kalmasında etkili olmuştu. Gücünü yitiren ve bağları kopan İsveç Ordusu, Ruslara Poltava’da yenilmişti. Bu ağır yenilgiyle İsveç güç kaybederken Ukrayna’nın Rusya’dan bağımsız kalma beklentisi sönmüştü. Hatta Osmanlı, Ruslara karşı savaşa katılmak durumunda kaldı.
Kış, kar, buz ve soğuk Rusları 1812’de de Napolyon komutasındaki Fransız-Koalisyon ordusunun işgalinden de kurtarmıştır. Eğer Haziran’da başlayan işgal, kar ve soğuklar bastırmadan sonuçlansaydı tarih elbette farklı şekilde akardı. Kış, yüz yıl kadar sonra, Aralık 1914 – Ocak 1915’te Sarıkamış’ta da Rus ordusunun zırhı olmuş; donma, açlık ve hastalık nedeniyle Osmanlı III. Ordusu çok ağır bir bedel ödemiştir. Bu facia, I. Dünya Savaşı boyunca Osmanlı ve Doğu Anadolu için vahim sorunlara yol açacaktır. Gelin görün ki Napolyon ve Enver Paşa’nın yaşadıkları son olmadı. Kış koşulları bu defa da Hitler’in Rusya’daki ilerleyişi önünde çok önemli bir engeldi. Nazi Almanya’sının bu yenilgisi, ordunun gıda ve enerji kaynaklarına erişimini engellediği için tüm II. Dünya Savaşı’nın sonucunu etkilemiştir.
SOĞUYAN HAVALAR, BOZULMASIN ARALAR
Tabii medeniyete şekil veren sadece kış, kar ve soğuk hava değil. Bir de “Soğuk Savaş” (1947-1991) örneğindeki gibi uzun süreli gerilimler, ülkeler arası soğuk rüzgarlar ve dondurulmuş diplomatik ilişkiler var. Önümüzdeki yıllarda dünyamızın yeni bir “Soğuk Savaş” dönemine gireceğini öne sürenler az değil. Elbette gönlümüzde yatan ne Soğuk Savaş havası, ne de Ortadoğu’daki yakıcı, yüksek ateşli sıcaklar… En güzeli, Anadolu ve Akdeniz’in ılıman iklimi değil mi?
Paylaş