Paylaş
Haber kanalları geçen hafta Haşhaşîler hakkında şu minvalde bilgiler geçtiler: “11’inci yüzyılda ortaya çıkan, haşhaş içirilen fedaileriyle siyasi suikastlar düzenleyerek güç kazanan bir Şiî tarikatı.” Öncelikle şunu açıklığa kavuşturalım: Haşhaşî denilen topluluklar bu isme şiddetle karşıdır ve kendilerini ‘Nizarî İsmailî’ olarak adlandırırlar. Haşhaşîlik bir topluluk ismi değil, öncelikle Haçlıların, sonrasında rakip cemaatlerin eserlerinde görülen bir itham/yakıştırmadır. Ağırlıklı olarak Suriye’dekiler için kullanılırken, İran’da düşmanları bile onları bu isimle nadiren anmıştır. Nizarî İsmailîlik, Şiîliğin bir koludur. Hareketin kurucusu Hasan Sabbah, inancının yayılması için İran’da korunaklı bir bölge arıyordu. 1090’da fethi çok zor olan, dağ başındaki Alamut Kalesi’ni, silahla değil davetine uyanların sayısının artması ve zekâsıyla ele geçirdi. Alamut’u, İran ve Suriye’de başka kaleler izledi.
HAŞHAŞ MESELESİ
Nizarîlik ilk dönemden itibaren bir inanç topluluğu, siyasal bir aktör, hatta yerel egemenlik kurmuş silahlı bir güçtür ama bilinen anlamda bir tarikat değildir. Zaten Selçuklular da Alamut Kalesi’ne din adamlarıyla değil askeri birliklerle saldırmıştır. Nizarîler, bu kuşatmaları atlatsalar da kalelerden kolayca çıkamadıkları için siyasi cinayetlerle etkili olmaya çalıştılar. Bunlardan sonuçlarıyla en sarsıcı olanı, Selçuklu Devleti’nin güçlü veziri Nizam-ül Mülk’ün öldürülmesidir. Kurbanlar arasında Abbasî halifesi Müsterşid’in yanı sıra Kudüs Latin krallarının devamı I. Conrad da vardı. Bu suikastları gerçekleştiren isimlerse Alamut Kalesi’ndeki ‘şeref listesi’ne kaydediliyordu!
Hasan Sabbah’ın fedaileri modern suikastçı tipine, intihar eylemcilerine tam uymaz. Onlar sahte kimlikler edinip uzun süreli ilişkilerle güven kazanarak önemli kişilerin yakın çevresine sızıyorlardı. Topladıkları istihbaratı kentlerdeki aracılarla merkeze aktarırken gelen emirlere göre hareket ediyorlardı. Yani, suikastçılar öyle haşhaş çeken kafası dumanlı katiller değil, hiyerarşik bir örgütün bilinçli ve soğukkanlı üyeleriydiler. Kaldı ki, harekete düşman tarihçilerin anlatılarında dahi haşhaş kullanımı geçmez. Vitryli James ve Marco Polo’ya dayanan, fedaileri ikna için gizli zevk odalarının bulunduğu ‘Cennet Bahçesi’ efsanesinin de tarihi kayıtlarda dayanağı yoktur. 1256’da Alamut’a giden Cüveyni, bu bahçeye ait bir ize rastlamaz. Öte yandan kötü şöhretin en güçlü nedeni ‘Büyük Kıyamet’ dönemidir: İmam II. Hasan, 1164’te şeriatın artık amacına ulaştığını ve kıyamet (diriliş) devrinin başladığını; bu aşamada takipçilerinden ibadetler ve yasaklarla şeriatın kaldırıldığını açıkladı. Her ne kadar 50 yıl sonra III. Hasan şeriata dönüldüğünü açıklasa da aradan geçen süre haklarındaki iddiaların yayılması için yeterliydi.
EFSANELER VE GERÇEKLER
Hareketin bir özelliği de yaydığı hikâyelerle sahip olduğu gücün kat kat üstünde bir etki bırakmasıdır. Örneğin, rivayete göre fedailer saraydaki hizmetkârlar aracılığıyla, bir gece uyurken Sultan Sencer’in yastığına hançer saplar. Sultan uyandığında bunu görerek korkuya kapılır. Ardından Alamut’tan gelen “İstesek o hançer senin göğsünde olurdu” tehdidi üzerine Nizarîler rahat bırakılır. Benzer bir hikâye onların suikastından iki kez kurtulan Selahaddin Eyyubî için anlatılır. Yine de tüm yıkıcı etkilerine karşın Nizarî İsmailîler, dönemin büyük siyasi güçlerinden olamadılar. Ama gizlilik esasına dayanan tüm inanç-eylem grupları gibi efsane üretmek için harika bir malzeme oldular. Bu efsaneler de kitaplara, romanlara, filmlere, hatta bilgisayar oyunlarına kadar uzandı. Nizarîlerin tarihiyse 13’üncü yüzyıldan itibaren fedailikten çok farklı bir yola girdi. Günümüzde Alamut’tan yayılan inançla ilgili en önemli gerçek, Nizarî İsmailîlerin farklı ülkelerde milyonlarca (iddiaya göre 15 milyon) mensubunun bulunması. Ama belki de en şaşırtıcı bağlantı, saygın mimarlık ödüllerinin de hamisi, dünyaca ünlü Ağa Han (Aga Khan) ailesinin, bu topluluğun resmi imamı olmasıdır! Bu ilgi çekici ailenin hikâyesiyse başlı başına anlatılmayı hak ediyor.
Paylaş