Paylaş
İşte üst üste iki kez Avrupa Şampiyonu olan Ampute Futbol Milli Takımı. Kiminin doğuştan, kiminin sonradan gelen bedensel engelleri var... Bu nedenle karşılaştıkları sorunlarla hayat boyu mücadele etmek durumundalar. Ama bu zorlu gerçeğe rağmen onların azimle çalışıp başarılı olmaları, hepimize şunu anlatıyor:
Hayatta en büyük engel, aslında nefsimizdir.
‘YÜKSEK AZİM’ SAHİPLERİ
Azim, bedensel ve ruhsal tüm kuvvetleri harekete geçirip kararlılıkla hedefe yönelmektir. İnsanlığın akışına yön veren peygamberler de azmin ve güçlü iradenin müstesna örnekleridir. Onlar Kuran’da “yüksek azim sahibi” yani “ülü’l-azm” olarak nitelenir: “Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret“ (Ahkâf, 35). Tek bir yaratıcıya inanmaya çağırdıkları insanlardan “deli, aklını kaçırmış” muamelesi görmek, karşılarına çıkarılan engellere ve eziyetlere sabretmek, hiç şüphesiz büyük bir nefis mücadelesi gerektiriyordu. Kuran, azim ve sabrın en zor şartlarda bile terk edilmemesi gerektiğini öğütler.
KENDİNE ENGEL OLMA
Nefsimiz hem sabırsızdır, hem de başarısızlığa tahammülü yoktur. Başarısızlık fikri veya başkalarının bize söyledikleri, çoğu zaman cesaretimizi kırar, kendimize engel oluruz. Oysa nefsimize değil kalbimize kulak vermek gerek. Değişip gelişme çabası, şikayetçi olduğumuz hayatımızı (ve hatta dünyamızı) iyileştirmenin başlangıç noktasıdır. İnanç ve kararlılık, karşımıza çıkan engelleri eninde sonunda kaldıracaktır. Hz. Peygamber’in ifadesiyle: “İnanan kişi (mümin) taze ekin gibidir. Olgunlaşıncaya kadar rüzgâr onu eğip büker; bazen yere yatırır, bazen de doğrultur. Ama o kırılmaz.”
‘KOLAYLAŞTIRIN’
İSLAM öncesi Arap kültüründe, engellilerle aynı sofrada birlikte yemek yemekten dahi imtina edilirmiş. İslam, elbette bu önyargılı ve ayrımcı bakışı reddetmiştir. Kuran’da sofranın paylaşılacağı kişiler sayılırken “Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur” (Nur, 61) denmesi, bu cahiliye âdetinin yanlışlığına işaret sayılır. Hz. Peygamber’in, “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, lakin sizin kalplerinize ve amellerinize bakar” hadisi, bedensel eksikliğin manevi bir anlamı ve önemi olmadığının açık ifadesidir. Önemli olan “selim bir kalp” ile iyi davranışlarda bulunmaktır.
*
İslam’da engelliler, güçlerinin yetmediği fiillerden muaftır. Öte yandan bu durum dışlanmaları için bir neden oluşturmaz. Nitekim Hz. Peygamber, yükümlü olmamasına karşın ortopedik engelli Amr b. Cemûh’un kendi isteğiyle askeri sefere katılmasına karşı çıkmamıştır. Ayrıca bir diğer ortopedik engelli Muaz b. Cebel’i, çok önemli idari görevlere atamış, Mekke’den Yemen’e kadar pek çok beldede İslam’ın doğru öğrenilmesi için yine onu görevlendirmiştir. Resulullah’ın bu kapsayıcı tavrına pek çok örnek vardır.
Tarih boyunca İslam medeniyetine önemli katkısı bulunan nice ortopedik engelli isim olmuştur. Örneğin Kuran’ın hatasız okunabilmesi için “hareke” yani özel noktalama sistemine öncülük eden Ebü’l-Esved ed-Düelî (ö.688) bunlardan biriydi. İslam’ı Kuzey Afrika ve İspanya’ya taşıyan Musa b. Nusayr (ö.716) da ileri derecede yürüme engelliydi. Bu önemli yönetici-komutan, vizyonuyla pek çok “engelsiz” ismin önüne geçerek adını dünya tarihine yazdırmıştır.
*
İslam’ın engellilere olumsuz tavrı reddetmesine karşın, bunun gündelik hayatta her zaman layıkıyla karşılık bulduğunu söylemek güçtür. Nitekim çok yönlü alim Zemahşerî (ö.1144), insanların kesik bacağı sebebiyle kendisine karşı önyargılı olmalarını istemediği için yanında bir belge taşırmış. Bu belgede, ayağının şiddetli soğukta donma nedeniyle kesildiğine şahitlik edenlerin ifadeleri yazılıymış!
*
Günümüzde engellilere karşı önyargılar giderek azalıyor. Ancak gündelik yaşam koşullarının engellileri yeterince gözettiğini söyleyemeyiz. Kaldırımlardan kamu binalarına, camilerden okullara kadar her yer, fiziki engellerle dolu. Bu konuda yapılması gereken çok şey var. Ama hadis-i şerifteki ifadesiyle, “En basitinden, gelip geçene rahatsızlık veren yoldaki bir taşı, çer-çöpü alıp kenara koymak” bile “yürekleri engelsiz” kardeşlerimize içten bir destek olacaktır.
Paylaş