Paylaş
Sosyal medya, her gün böyle “güvenilir kaynaklara” dayanan sayısız mesajla dolup taşıyor. Pek çoğu “asparagas” çıkmasına rağmen ne uydurma haberler azalıyor, ne de sansasyonel mesajlara duyulan ilgi. Tabii bir de yakıştırma “güzel sözler” var. Gandi, Einstein gibi isimlerin yanında Ömer Hayyam, Mevlânâ, Neyzen Tevfik de söylemedikleri sözlerin sahibi gibi gösteriliyor. Hal böyle olunca, tüm bu haberlerin doğruluğunu araştıran özel siteler bile kuruldu: Haberleri araştırarak “doğru, kısmen doğru, yanlış” gibi temel kategoriler altında değerlendiriyorlar. İşin ilginci tüm bu süreç, yani -uydurma haber, doğruluk kontrolü- hiç de yeni bir olgu değil. Örnekleri 7. yüzyıla bile uzanıyor!
SÖZ DİNLEYENLER
Malum... Hz. Peygamber’in söz ve davranışlarına “hadis” denir. Hadis kelimesi, esasen “haber” anlamına gelir. Hadisler, Kuran’dan sonra Müslümanların en önemli başvuru kaynağıdır. Sahabe Resulullah’ın her sözünü dikkatle dinlese de bunların pek azı o hayattayken yazıya geçirilmişti. Çünkü son Peygamber, -büyük olasılıkla- Kuran ayetleriyle karışmasını önlemek maksadıyla sözlerinin yazıya dökülmesini tavsiye etmiyordu. Öte yandan anlattıklarının doğru biçimde aktarılmasını teşvik etmiş ve bazı durumlarda güvendiği kişilerce yazılmasına karşı çıkmamıştır. Hz. Peygamber’in vefatı ardından onun ezberlenmiş sözleri, öğrenilen davranışları, parça parça yazıya geçirilmeye başlandı. Peygamber’i bizzat tanıyıp dinleyenler dünyadan birer birer göçtükçe, hadislerin yazılması daha da önem kazandı. Çünkü İspanya’dan Orta Asya’ya uzanan dev bir imparatorlukta herkes için geçerli “standart” dini bilgilere ve kurallara ihtiyaç vardı. Kuşaktan kuşağa ezberden aktarılan bilgiler, artık tek başına yeterli değildi.
FABRİKASYON HADİSLER
Elbette Müslüman coğrafyasında sadece hadisler değil, “uydurma hadisler” de hızla yayılıyordu! Bunların önemli bölümü, erken dönemlerdeki iç savaş ve çekişme dönemlerinde türetilmiştir. Uydurma hadisler gerek iktidar, gerekse isyan kanadından yayılıyor, taraflar birbirini “Peygamber’in çok önceden -isim vererek!- uyardığı” fitne kaynağı olmakla suçluyordu. “Madem Hz. Peygamber’in böyle bir uyarısı vardı, neden kendisi veya ilk halifeler bununla ilgili somut önlem almadı?” sorusu, “hadis fabrikatörlerinin” meselesi değildi. Önemli olan, Hz. Peygamber’in manevi kişiliği üzerinden bir propaganda savaşı yürütmekti.
BANA KAYNAĞINI SÖYLE
Peki ama hangi hadis gerçek, hangisi uydurmaydı? Buna nasıl karar verilecekti? Bu sorulara metodolojik ölçülerle cevap bulmak gerekliydi. Dolayısıyla “hadis” başlı başına bir araştırma sahası oldu. Âlimler yazıya geçirdikleri her hadisin kaynağını araştırmaya başladılar. Bu haberi kim söylemişti? Haber hangi kaynaktan, hangi zincirden geçerek gelmişti? Söz konusu haber aktarımı kesintisiz olarak Hz. Peygamber’e ulaşıyor muydu? Rivayetin dayanağı (isnat, senet) güvenilir miydi? Rivayet eden (ravi) güvenilir bir insan mıydı? Günümüz haberciliğindeki 5N1K ilkelerinin atası sayılabilecek bu soruları yanıtlamak için her kuşaktan hadis aktaranların hayatları ve davranışları dikkatle incelendi. Toplanan bilgilerle geniş bir “tabakat” literatürü, yani biyografik “kim kimdir?” ansiklopedileri oluşturuldu. Hadis rivayet edenler, güvenilirliklerine göre sınıflandırıldı. Her hadis için “referans bağlantıları” oluşturuldu. Aynı hadisi aktaranların sayısı ayrı bir ölçü kabul edildi. Ve en nihayetinde âlimler, belirledikleri kriterlere göre şüpheli-uydurma (mevzu) olduğunu düşündükleri hadisleri dışarıda bırakarak, güvenilir (sahih) bulduklarından “hadis ansiklopedisi” diyebileceğimiz kapsamlı kitaplar hazırladılar. Ayrıca bunları rivayet edenlere göre, konularına göre veya alfabetik olarak “tasnif” ettiler. İşte hadislere yüzyıllardan beri bu kaynaklardan ulaşılıyor.
GEZGİN KOLEKSİYONCULAR
Hem hadis toplamak, hem de doğruluklarını araştırmak o devrin koşullarında kolay bir iş değildi. Çünkü hadis rivayet eden kişilerle bizzat tanışıp, onların kaynakları hakkında bilgi almak gerekiyordu. “Rihle” adı verilen araştırma gezilerinin bir amacı da bu “hadis koleksiyonu” faaliyetiydi. İstanbul’un Eyüp ilçesine adını veren Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin (ö.669), duyduğu bir hadisin doğruluğundan emin olmak için Medine’den Mısır’a kadar gitmesi, bu titizliğin bir örneğidir.
Paylaş