Paylaş
“Bu kadınlar da kim?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Onlar, ayrıntılı kayıtlarına ulaşabildiğimiz en eski deprem olan 1894 İstanbul Depremi’nde zor durumda kalan kadınlardan sadece birkaçı. İsimlerini, depremzedeler listesinden öğreniyoruz. Aynı listeden, yardıma ihtiyaç duyanların önemli bölümünün kadınlar olduğu anlaşılıyor.
AĞIR YÜK
Deprem felaketi erkek, kadın ayırmaz. Ama tarih boyunca kadınlar, çocuklar ve engelliler depremin yıkıcı etkilerini en ağır şekilde yaşamıştır. Üstelik kadınlar, sadece depremde değil tüm doğal afetlerde, savaşlarda ve göçlerde sıkıntının büyüğünü çeker. Çünkü onlar bir afetzede olmanın yanında annedir, aileyi çekip çevirendir, yaşlılara kol kanat gerendir.
*
Doğal afetlerde hızla bozulan hijyen koşulları, kadınlar ve kız çocukları için apayrı sağlık sorunları anlamına gelir. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, kadınlar tarih boyunca felaketlerin ardından pek çok defa şiddete ve tacize maruz kalmışlardır. Kısacası her yaştan kadın, olağanüstü durumlarda pek çok zorlukla karşılaşır. Afet yönetimi diliyle buna “yüksek zarar görebilirlik” deniyor. Nitekim geçtiğimiz yıllarda yapılan araştırmalar, afetzede kadınların yaşam sürelerinin erkeklere oranla daha fazla düştüğünü gösteriyor.
HER ŞEYE RAĞMEN
Tüm bu dertlere karşın kadınların sorunlarını çözmek için çırpınanlar da var elbette. Son depremde de gördüğümüz üzere pek çok kurum, vakıf ve dernek, afetlerde kadınlara özel yardım faaliyetleri yürütüyor. Örneğin kadınlar için güvenli ve hijyenik alanlar oluşturuluyor. Bebekli annelerin ihtiyaçlarına yönelik konteyner evler sağlanıyor. Bu mekânlarda ayrıca her yaştan kadına, uzmanlarca psikolojik ilk yardım desteği veriliyor.
İNSANLIK YAŞADIKÇA
Tüm bu çabalar çok değerli ama tabii ki yeterli değil. Osmanlı İstanbul’unda hemşirelik yapan Florence Nightingale (ö.1910), herkes var gücüyle çalışıp hizmetler herkese ulaşmadıkça görevin tamam olmayacağına işaret eder: “Yetkili olmak, elbette sadece uygun önlemleri almak değil, herkesin de aynı şeyi yaptığını görmektir.” Öyleyse, sadece afetlerde değil, sadece 8 Mart’taki süslü sözlerde değil... Hayatın her anında, her sahada, tüm kadınlara daha fazla alan açmak durumundayız. Çünkü Ayşe’den Zehra’ya, Emine’den, Meryem’e kadar tüm kadınları “insanca” yaşatmadıkça, insanlık da yaşamıyor.
CAN VERİRKEN HAYAT VEREN ANNELER
SON depremde can verirken doğum yapan anneden ve enkazda doğan bebekten hepimiz haberdarız. Bizanslı tarihçi Ioannis Malalas’tan öğrendiğimize göre, M.S. 526 yılında yaşanan ve 250 bin kişinin hayatını kaybettiği Antakya Depremi’nde de görenleri hayrete düşüren, benzer doğumlar yaşanmış. Hatta enkazdaki bazı bebekleri, ölen annelerinden süt emerken bulmuşlar.
*
M.Ö. 3. yüzyıldaysa, Yunanistan’ın Epir şehrinde bir başka “mucize doğum” gerçekleşir. Bir bebek, hamileyken ölen annesinin cenazesinde, tabutta dünyaya gelir! Tabutu taşıyanlar, ağlama sesini duyunca yeni doğan bebeğin hayatı kurtulur.
*
Bu “mucize” bebeğin hikâyesi dilden dile aktarılmış, hatta Epirli Gorgias ismini alan bu kişi, pek çok kez ünlü filozof Gorgias’la karıştırılmıştır. İşin garibi, filozof Gorgias, “Şu hayatta her şey boş” diyerek özetlenen “nihilizm” felsefesini savunurken adaşı Gorgias’ın doğumu, bize hayatın en karanlık anlarında bile umut olduğunu hatırlatır. Bu umudun kaynağıysa çoğunlukla kadınlardır. Çünkü yerüstü, yeraltı fark etmiyor... İnsanlık ancak kadınların fedakârlıklarıyla varlığını sürdürebiliyor.
BİR HABBE ZAM OLUNMAMASI...
DEPREM sonrasında kiraların ve yapı malzemesi fiyatlarının hızla arttığını hepimiz okuyoruz. Peki bu can sıkıcı haberlere şaşırdık mı? Tabii ki hayır. Çünkü bu, hiç de yeni bir durum değil. Öyle ki 1766 İstanbul Depremi ardından, dönemin yöneticileri fiyatların birden artması ihtimalini öngördükleri için esnafı şu sözlerle uyarmışlardı: “Ebniyenin bahası (binaların değeri)..., Neccar (marangoz) ve sair amelenin (işçilerin) ücretleri üzerine... Bir habbe (zerre kadar bile) zam olunmaması”, eğer esnaf “zam etmiş ise ibreten li’l-gayr cezâsı tertîb olunacağı”; ayrıca tuğlanın, Horasan harcının (betonun) ve kiremitlerin kalitesini düşürenlerin “haklarından gelineceği” buyuruldu. Bu tembihe uymayanların “haklarından gelindi mi” bilemiyoruz. Ama yüzyıllar da geçse insan denen varlığın benzer koşullarda benzer davranışlar sergilediğini çok iyi biliyoruz. Erdem ve vicdan, en fazla olağanüstü koşullarda gerekli.
Paylaş