Paylaş
Bizans İmparatoru III.Andronikos Paleologos, 1341’de öldüğünde veliahtı V. Yoannis Paleolos sadece 9 yaşındaydı. III.Andronikos’un yakın arkadaşı ve yönetimde etkili Yoannis Kantakuzenos’un (İoannis Kantakuzinos) kral naibi olması hiç de şaşırtıcı değildi.
Ama bu görevi ondan çok daha istekli olan ana kraliçe Savoy’lu Anna elde etti.
Bir dizi çekişme sonrasında Yoannis Kantakuzenos ordunun desteğiyle, Trakya’dayken imparator ilan edildi; 1347’de ise Ayasofya’da resmi olarak bir tür “eş-imparatorluk” tacı giydi. Ama başkent Konstantinopolis’in (İstanbul’un) önde gelenleriyle Kantakuzenos’lar arasındaki gerilim bir türlü giderilemedi. İki taraf da farklı sosyal sınıfların desteğine sahipti. Ve bu keskin kutuplaşma, sonunda iç savaşa dönüştü.
OSMANLILAR DAVET ÜZERİNE AVRUPA’DA!
İç savaşın uluslararası bir boyutu da vardı.
Sırbistan, Venedik ve Cenova, genç Paleologos’un tarafında yer alırken, Kantakuzenos’lar kendilerine çok etkili bir askeri kuvveti, yani Türkleri müttefik seçtiler.
Daha önce Aydınoğlu Umur Bey ile birlikte hareket eden Yoannis Kantakuzenos, kızı Theodora’yı da Orhan Gazi’yle evlendirmişti. Bizanslı komutan-imparator hükümranlığı elde tutabilmek için iç savaşta Osmanlıları yardıma çağırmaktan çekinmedi.
Onların talebi üzerine Orhan Gazi, 20 bine yakın askerini, büyük oğlu Süleyman Paşa’nın komutasında Trakya’ya gönderdi.
(Tabii, Paleologos’lar da Sırp birliklerinden destek alıyorlardı.) Osmanlılar Avrupa’ya ilk defa böylesine büyük ve düzenli bir kuvvetle geçmiş oluyorlardı.
Üstelik çarpışarak değil, Bizanslıların iç savaştaki ‘özel davetlileri’ olarak!
Gelibolu yakınlarındaki Çimpe Kalesi ise böylece Türk birliklerinin üssü haline geliyordu.
İşte tam bu yıllarda, 1 Mart (veya 2 Mart) 1354’teki büyük deprem, bölge tarihinde çok önemli bir dönüm noktası oldu.
Tüm Batı Marmara’da ve Konstantinopolis’te hissedilen çok şiddetli sarsıntı, hem Trakya’yı ve yarımadayı vurdu, hem de Gelibolu şehrini alt-üst etti.
Bazı yerleşim noktaları adeta halkıyla birlikte toprağa gömülüp yok oldu.
Gelibolu Kalesi’nin ve şehir surlarının yanı sıra neredeyse tüm binalar yıkıldı.
Deprem sonrasında sağ kalan halk, şiddetli soğuk ve kıtlık karşısında enkaza dönüşmüş evlerini terk etmek zorunda kaldı.
ARTÇI SARSINTIYLA GELENLER
Osmanlı kuvvetleri, depremle gelen bu tarihi fırsatı kaçırmadı ve boşaltılan bölgeye hızla yayıldı.
Trakya’daki ilk kalıcı Osmanlı-Türk yerleşimi, depremin adeta artçı sarsıntısı olarak gerçekleşiyordu.
Gelibolu kalesi ve surlar onarılırken Güney Marmara’dan getirtilen Türk aileler ve civardaki göçebeler şehirlere yerleştirildiler.
Üstelik savaşmadan ele geçirilen Gelibolu, Çanakkale Boğazı’nın kilidi, İstanbul’un kapısı gibiydi.
Bu geçidi tutan Osmanlılar, bir anda yeni ve etkili bir aktör olarak Balkanların ve Avrupa’nın güç mücadelesine dahil oldu.
Türkler, Bizans İç Savaşı sayesinde büyük bir kazanım elde etti. Paleologos yanlıları ve Kantakuzenos’lar ise tek başına elde tutamadıkları iktidarı ““eş-imparatorluk” gibi koalisyon çözümleriyle paylaşmaya çalışsalar da bu yöntem dengeli ve uzun ömürlü olmadı.
İç mücadeleleri uğruna, sınırlarındaki tehlikeli güçlerle ittifak arayıp onları kendi elleriyle topraklarına sokmaları, hiç de isabetli değildi elbette.
Zaten bu riskli hamlenin bedelini sonraki yıllarda en ağır şekilde ödediler.
DEPREMLER ÜLKESİ
Elbette tarihte pek çok kez harekete geçen fay hatları günümüzde de mevcut ve topraklarımız daima deprem riski taşıyor.
Ama ne yazık ki, ne ‘yeryüzü’ depremlerine karşı yeterince hazırlıklıyız, ne de sınırımızdaki etnik, mezhepsel ve siyasi depremlere karşı önlemlerimiz tam.
Umarım tarihten bir parça ders alırız da, içimizdeki iktidar mücadelesi sırasında yaşadığımız sarsıntıları ülke olarak en az kayıpla atlatırız.
17 Ağustos’ta ve diğer depremlerde sorumsuzluk, başıboşluk, ciddiyetsizlik ve cehalet nedeniyle yıkılan binalarda yaşamını yitirenleri ve geride kalan yaralı gönülleri saygıyla anarak...
Paylaş