Paylaş
SABRİ ÜLKER’İN HAYAT HİKAYESİ
Türkiye tarihinin ilgiye muhtaç alanlarından biri de iş dünyasıdır. İstisnaları bir yana koyarsak... Yazılanlar genellikle başarı hikayelerinin ard arda sıralandığı “resmi şirket tarihleri”nden ibarettir. Öte yandan şirketlerin kamuyla ilişkileri, kalın bir perdenin ardında örtülü kalır. Aslında bu suskunluk (yoksa otosansür mü demeli?) bile bize çok şey anlatır: Devletin gölgesindeki sermayenin siyasi endişelerini; iktidardaki aktörler değişse de hep canlı kalan korkularını.
Klasik sosyalist anlatıya göre sermaye, siyasete istediği gibi yön verip, kamu kaynaklarına kolayca erişirken politikacılarla al takke – ver külah ilişkisindedir. Büyük sermaye, tepesi attığında hükümetler devirir, sözünü dinleyecek hükümetleri başa getirir! Oysa uzun yıllar ayakta kalmış büyük şirketlerin kurucularına, üst düzey yöneticilere kulak verdiğinizde ortaya çıkan tablo bir hayli farklıdır. Onlara göre iş sahipleri, büyük fedakarlıklarla büyüttükleri işlerini siyasetin çalkantılarından ve toplumsal olaylardan korumaya çalışır. Asıl mesele, hükümetler, bürokratlar veya kamuoyuyla çatışmadan işini büyütebilmektir. Elbette, zaman zaman bunaltıcı ve zahmetli bir zanaattir bu.
Bu açıdan bakınca, Hulûsi Turgut’un kaleme aldığı “Sabri Ülker”in Hayat Hikayesi” Türkiye’de iş dünyası ve girişimcilik tarihi için yeni bir kaynak niteliğinde. Kitapta karşımıza çıkan, İstanbul Valisi’nin 1979’da işçi olayları nedeniyle söylediği sözler, Türkiye’de devletin özel sektöre tepeden bakışını yansıtan bir örnek: “Ankara, Ülker fabrikasının açık kalmasını istiyor.” Yaklaşık 20 yıl sonra, 28 Şubat süreci yaşanırken Sabri Ülker’in torununa verdiği sembolik cevapsa bir bakıma sanayiyle siyasetin sancılı ilişkisini özetliyor: “Oğlum, bak, biz bisküvi yapıyoruz. Bisküvinin rengi bellidir. Çok pişirsen biraz koyu kahverengi gibi olur, az pişirsen de açık kahverengi. Bisküvinin rengi bu. Biz, sonuçta bisküvi imal ediyoruz. Bizim siyasetle, şununla bununla ilgimiz yok.”
Öne çıkardığım bu mesele, kitabın değindiği pek çok konudan sadece biri. H.Turgut, bize yalnızca bir şirket kurucusunun başarısını değil, aynı zamanda bir ailenin Kırım’dan Türkiye’ye uzanan zorlu göç yolculuğunu, 93 harbinden Balkan Savaşı’na ve Bolşevik Devrimi’ne uzanan acı dolu yılları; Cumhuriyet tarihinin aşamalarıyla iç içe yaşanan yokluğu, varlığı, değişimi ve büyümeyi anlatıyor. Sabri Ülker’in mutevazı şirketini ahlaki değerlerini koruyan büyük bir kuruma dönüştürme çabasını yansıtıyor.
Kalınlığı biraz ‘göz korkutucu’ olsa da, büyük ölçüde röportajlardan oluşması kitabın okunmasını kolaylaştırmış. Ayrıca her dönemin belli başlı siyasi olayları da bölüm sonlarına eklenmiş. Hayatı boyunca öne çıkmayı tercih etmeyen Sabri Ülker’i “samimi ama ölçülü bir açıklıkta” anlatan aile üyeleri ve şirketin kıdemli isimleri, kitabın yazılmasında önemli pay sahibi.
DOĞU AVRUPA TÜRK TARİHİ
Sabri Ülker’in Kırım’dan Türkiye’ye uzanan yolculuğu ve geçtiğimiz günlerde Ukrayna’daki devlet başkanlığı seçimi bana bir başka kitabı hatırlattı: Osman Karatay ve Serkan Acar’ın editörlüğünü üstlendiği “Doğu Avrupa Türk Tarihi”.
Okul yıllarından gelen bir şartlanmayla Türklerin tarihi bizim için Orta Asya’dan başlar, Hazar’ın güneyinden geçerek İran üstünden Anadolu’ya varır. Oysa Türkçe dil ailesine mensup halklar, tarih boyunca Hazar’ın kuzeyinden Karadeniz havzasına ve Doğu Avrupa’ya uzanan toprakları da yurt edindiler. Bu bölgenin erken dönem tarihine ait bilgilerimiz sınırlı ve varılan sonuçlar oldukça tartışmalı. Güncel akademik araştırmalarsa henüz kitlelere ulaşabilmiş değil. Bu nedenle “Doğu Avrupa Türk Tarihi” önemli bir boşluğu dolduruyor.
İskit kültüründeki izlerden başlayarak, Avrupa Hunlarından Hazarlara, Uzlar (Oğuzlar)dan Kırım Hanlığı’na, Türkçe dilli halkların tarihi, bu hacimli çalışmada bir araya getirilmiş. 11 uzman tarihçinin hazırladığı kitap, 21 bölümden oluşuyor ve tartışmalı noktalarda farklı görüşlere de yer veriliyor. Bölge tarihine geniş bir perpsektiften bakabilmek için kapsamlı bir başvuru kaynağı.
ELÇİYE ZEVAL OLMAZ
Güzin Özen Yılmaz’ın kaleme aldığı “Elçiye Zeval Olmaz, 16.-18. Yüzyıllar Arasında Osmanlı’da Yabancı Elçiler”, önemli ölçüde özgün kaynaklara dayanıyor. Kitabın alt başlığı akademik görünse de, sizi yanıltmasın... Genel okuyucunun rahatlıkla anlayabileceği bir çalışma. Araştırmanın merkezinde Avrupalı elçilerin ve maiyetindekilerin anıları var. Söz konusu döneme ait otuz kadar kaynak eserden seçilen ilgi çekici bilgiler, kitapta bir araya getirilmiş. “Elçiye Zeval Olmaz”, Batılı elçilerin Osmanlı’da karşılaştıkları zorluklar ve fırsatlar hakkında okuyucuya genel bir resim çiziyor. Osmanlı diplomasi geleneğine Batılı bakışını yanısıtıyor. Benzer bir şekilde saltanatın elçilere karşı tutumu hakkında da izlenim sahibi oluyorsunuz. Sıra dışı olaylara ve renkli ayrıntılara yer veren; keyifle okunan bir kitap.
Paylaş