Paylaş
Çünkü sosyal medyada gördüklerimizin gerçekliği başlı başına bir sorun artık. Yapay zekâ aracılığıyla hazırlanan Donald Trump’ın “temsili” tutuklanma/arbede fotoğrafları mesela... Elbette o görüntülerin gerçek olmadığı baştan açıklandı. Peki ya gerçekmiş gibi servis edilseydi? Hele de yanında “deep fake” (derin sahtecilik) ürünü sesler ve görüntüler eşliğinde yayılsaydı... İşin doğrusu anlaşılıncaya kadar çıkaracağı toplumsal tepkiyi ve kargaşayı düşünsenize.
YÜZYILLARIN TECRÜBESİ
“Yanıltıcı-yanlış haber” deyince aklımıza öncelikle sosyal medya gelse de esasında yeni bir olgudan söz etmiyoruz. İnsanlık, yalan haber üretiminde çağımıza gelene kadar çoktan ustalaşmıştı zaten! Örneğin antik Roma’da Octavius iktidarı paylaştığı Antonius’u saf dışı bırakmak için onun Romalılığa ihanet edip Kleopatra’nın oyuncağı olduğu propagandası yürütmüştü. Rakibini alt ettiğindeyse Roma’da Cumhuriyet devri, yerini Octavius’un imparatorluğuna bıraktı. Takvimler M.Ö. 31’i gösteriyordu...
*
Tarih boyunca bu tür kara propaganda ve uydurma haberler savaş dönemlerinde hızla artmış, hatta modern zamanlarda özel “dezenformasyon” ekipleri kurulmuştur. Amerikan Bağımsızlık Savaşı, I. ve II. Dünya Savaşları’ndan tutun da Irak-Kuveyt Savaşı’na, hatta devam eden Ukrayna Savaşı’na kadar örneği çoktur. İşgal altındaki İstanbul’da bazı gazeteler de Milli Mücadele’yi ve Kurtuluş Savaşı’nı bir eşkıyalık hareketi gibi göstermekten geri durmamıştı.
ÖLMEDEN ÖLDÜRMEK
New York Times’ın Mustafa Kemal Paşa’nın öldüğüne dair 22 Ocak 1922 tarihli haberi.
Yine böyle bir çabanın ürünü müdür bilinmez ama nedense 22 Ocak 1922 tarihli New York Times gazetesi, okurlarına Türklerin lideri Mustafa Kemal Paşa’nın öldüğüne dair haberler geldiğini, bunun da Türklere kaos getireceğini duyuruyordu! Atatürk’ün hayatı ve sağlığıyla ilgili bu tür yanıltıcı haberler zaman zaman görülecektir. Hatta Gazi, 1929 yılında artan söylentilerin asılsız olduğunu kanıtlamak amacıyla 10 Ağustos’ta İstanbul’da halkın karşısına çıkar: “İşittim ki hakkımda, ‘Hastadır, eli ayağı tutmuyor, ölüme mahkûmdur’ demişler. İşte karşınızdayım. Sıhhatteyim.” Hatta Atatürk çok iyi bilinen bir sözünü de aynı vesileyle söylemiştir: “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir; benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu yeterlidir.”
Atatürk’ün 10 Ağustos 1929 tarihli açıklaması.
Günümüzde yapay zekâ desteğiyle sahte haberler türetip yaymak artık “çocuk oyuncağı”. Öyle ki akademisyenler bu durumun, demokrasiyi tehdit edebilecek boyuta gelmesinden endişe duyuyor.
BİZE DÜŞEN
Hal böyleyken... Hele de önümüzde seçimler varken... Tarihten çıkarılacak ders, medyada gördüğümüz, duyduğumuz her habere hemen kapılmamak gerektiğidir. Hepimize düşen, kolayca dolduruşa gelmeden, “bir tarihçi titizliğiyle” gelen haberlerin farklı kaynaklardan sağlamasını yapmak. Hatta zor gelse bile “öteki mahallelerin” yazıp çizdiğine bakmak. Hangi görüşten olursak olalım, demokrasinin olmazsa olmazı, özgür irademizi, propaganda savaşlarına kurban etmemektir.
YALAN HABERİN BEDELİ
TARİHTE bazı düzmece suçlamaların son derece vahim ve uzun süreli etkileri olmuştur. Günümüzden 1367 yıl önce, 656’da yönetimden şikâyetçi kalabalıklar, Medine’de halife Hz. Osman’ı baskı altına aldılar. Önceki halifelik seçiminin diğer adayı olan Hz. Ali ise isyancılara destek vermedi. Hatta kızgın güruhun halifeye saldırması ihtimaline karşı, oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i, Hz. Osman’ın evi önünde nöbet tutmaları için görevlendirdi. Hz. Ali bu tavrıyla, isyancıların Hz. Osman’a yönelik tehditlerini onaylamadığını açıkça göstermişti. Ancak Hz. Osman, kimsenin kendisini korumak için tehlikeye atılmasını istemedi. Tam ortalık yatışmak üzereyken düzmece bir mektup, kızgın kalabalığı galeyana getirdi. Olaylar kontrolden çıkıp bir darbeye dönüştü. İsyancılar, evinde Kuran okuyan yaşlı halifeye saldırıp onu şehit ettiler.
Sıffin Savaşı, 657 yılı.
*
Bu olay ardından Şam’da kara propaganda başlatıldı. Vali Muaviye’nin taraftarları, hiçbir somut dayanak olmadığı halde olayların asıl sorumlusunun Hz. Ali olduğu iddia ediyordu. Hz. Osman’ın kanlı gömleği, hızla yayılan bu yalan haberin kanıtıymış gibi ortalarda dolaştırıldı. Propaganda savaşının sonraki adımı, Muaviye’nin Hz. Ali’nin halifeliğine isyanı ve fiili savaş oldu.
*
“Kanlı gömlek” eşliğinde “servis edilen” o sahte haberler, yüzlerce yıllık bir yangının kıvılcımı olmuştur. Öyle ki İç Savaş (Fitne) ile devlet idaresi ve toplum, büyük bir bölünmeye uğradı, mezhep ayrılıkları tetiklendi. Ayrıca iktidarı elde eden Muaviye, ölürken makamını oğluna devretti. Böylece seçimle belirlenen halifeliğin yerini babadan oğula geçen Emevi saltanat yönetimi aldı. Müslümanlar, seçimle devlet başkanı belirleme imkânına tam anlamıyla ancak yüzyıllar sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nde kavuşabildiler.
Paylaş