Paylaş
Karşılıklı suçlamalar, ağır ifadeler havada uçuştu. ‘Tivit’leri basın açıklamaları izledi. Hatta sosyal medyadaki ‘yaratıcı’ fotoğraflara göre ana muhalefet, Gökçek – Arınç atışması nedeniyle sevincinden halay çekti!
Ama gelin görün ki, bu ateşli atışma, dil ve üslup açısından hiç de öyle doyurucu sayılmaz. Hele de Osmanlı’nın o meşhur atışma ve taşlamalarıyla karşılaştırıldığında...
CEM SULTAN VE II.BAYEZİD
Cem Sultan ve Sultan II.Bayezid, Fatih’ten sonra ölümüne bir taht mücadelesine girişmişti. İki kardeşin orduları savaş meydanlarında kılıçlarıyla kan dökse de iş atışmaya geldiğinde ikisinin de kaleminden zeka dolu ifadeler dökülüyordu. Cem Sultan, hacca gittikten sonra bile tahttaki hak iddiasını sürdürünce Sultan II.Bayezid ona şu beyitlerle seslenmişti:
Çün rûz-ı ezel kısmet olınmış bize devlet
Takdîre rıza vermeyesin buna sebeb ne?
Haccü’l-Haremeynem diyüben da’vi kılursın
Bu saltanat-ı dünye içün bunca talep ne?
(Ezelden kısmet olunmuş bize devlet
Takdir-i ilahiye rıza göstermiyorsun, sebep ne?
Hacı oldum deyip hak iddiasında bulunursun
Dünya saltanatı için bunca istek niye?)
Cem Sultan’ın ağabeyine karşı dizeleri de aynı vezinde, kafiyede ve aynı nitelikli üsluptadır:
Sen bister-i gülde yatasın şevk ile handan
Cem hecr ile bâlîn edine harı sebeb ne?
Bu saltanat-ı dünye ola bu adle mukârin
Haccü’l-Harameyn anı taleb kılsa acep ne?
(Sen gül yastıklarda güle eğlene yatarken
Cem’in ayrılıkla dikeni yastık edinmesine sebep ne?
Bu dünya saltanatı ulaşmış ola adalete
Hacının onu talep etmesinde yanlış olan ne?)
SULTAN YAVUZ İLE ŞAH İSMAİL
Aynı zamanda şair olsalar da Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail, Çaldıran Savaşı’na giden süreçte “nesir”, yani düzyazı mektuplar ile atışmayı seçmişlerdir.
Yavuz Anadolu’da ilerlerken karşısına Safevi ordusunun çıkmamasından hareketle rakibine gönderdiği mektupta onun savaştan kaçan bir derviş olduğunu ima etmek için “sana zaviye-nişin olmak münasibdir deyü bildirirlerdi” demişti. Bu nedenle ona mektupla birlikte asa, aba ve hırka göndermişti.
Şah İsmail ise cevabında, mektubu yazan katiplerin kaba ifadelerini “afyonlarının bitmiş olması”na dayandırıyor, onlara içmeleri için afyon gönderiyordu! (Bu taşlama, Yavuz’un babası II.Bayezid’in gençken afyon kullandığı haberlerine bir gönderme olarak da yorumlanmıştır.)
Bu “mektup savaşları”nda, çok eski bir geleneğin tekrar edildiğini görürüz: Korkaklık atfetmek için rakibine kadın kıyafetleri göndermek. Nitekim Sultan Selim son mektubunda Şah İsmail’e eğer savaştan kaşacaksa “miğfer yerine başörtüsü, zırh yerine çarşaf” giymesini öğütlemişti.
ATIŞMANIN BÜYÜK USTASI
Silahı gücü olan, kalemin gücünü daima yense de, zaman karşısında galip çıkan daima güçlü söz olmuştur. “Muhteşem Yüzyıl”ın meşhur İbrahim Paşa’sı, Macaristan’dan getirdiği heykelleri İstanbul’a diktirince, Figanî’nin dilinden yayılan beyit bir anda şöhret kazanmıştı:
Dü İbrahîm âmed be-dâr-ı cihân
Yekî büt-şiken şüd dîger büt-nişân
(İki İbrahim geldi bu cihana
Biri put kırdı, diğeri put dikti)
Aslında çok daha eski zamanlarda söylenmiş bu şiirin gücü, İbrahim Paşa’nın Figanî’yi 1532’de idam ettirmesine yol açtı.
Taraflar arasındaki güç farkı böylesine büyük olunca, atışma “hiciv” biçimini alıyordu haliyle. Rakiplerine kelimelerle saldırmanın, yani hicvin Osmanlı’daki en büyük ustası ise Nef’î’dir.
Onun söz sanatlarındaki üstün yeteneği, devlet görevlerinde yükselmesini sağlarken keskin kalemi başına olmadık işler de açmıştır.
Nef’î’nin kendisine “köpek” diyen Tahir Efendi’ye çift anlamlı kelimeler kullanarak (tevriye) sataşması çok iyi bilinir:
Tahir Efendi bana kelp (köpek) demiş, iltifatı bu sözde zahirdir,
Malikî mezhebim benim zira, itikadımca kelp tahirdir.
Kimi mezhep yorumlarında köpekle temas etmenin namaz abdestini bozduğu kabul edilirken, Maliki mezhebinde köpek temiz sayılır. Nef’î bu ince bilgi üzerinden Tahir Efendi’ye açıkça köpek demiş, ancak zekası sayesinde mahkemeden ceza almadan kurtulmayı başarmıştır.
Yine de yıllar içinde hırçınlığı ve diğer devlet görevlileriyle atışma tutkusu nedeniyle ağır “disiplin cezaları” almaktan kurtulamaz.
En sonunda da “Katline oldu sebeb hicvi hele Nef’i’nin” ifadesiyle belirtildiği üzere 1635’de canından olmuştur.
SEN BENİ TERFİ ETTİRMEZSEN...
Konu devlet kademelerinde istediğini elde edememek ve atışma olunca Köniçeli Hasan Paşa’yı da (ö.1890) anmak gerek. Hüseyin Avni Paşa’nın seraskerliği döneminde uzun süredir beklediği terfiyi alamayınca, o da alır kalemini eline:
Bre deyyûs-ı felek sende hamiyyet bu mudur?
Fukarâ sâhib-i mihmâna riâyet bu mudur?
Çizmeden bozma katır maskara maymun kerata
A kılıksız p...venk, şaire hürmet bu mudur?
Bu dönemde hicvin öne çıkan ismi Ziya Paşa’dır (ö.1880):
Bed-asla necâbet verir mi hiç üniforma
Zer-dûz palan ursan eşşek yine eşşektir”
(Kötü öze soyluluk verir mi hiç üniforma /
Altın dikim semer vursan da eşek yine eşektir)
Ziya Paşa’dan sonra hicvin tahtına Şair Eşref oturacaktır. (Neyzen Tevfik gibi, ona ait sanılan şiir ve anekdotların bir kısmı yakıştırmadır.) Şair Eşref’in kızgınlığına bolca malzeme olan devlet adamları arasında, iş yapmak yerine durmadan etrafındakileri eleştiren bir kaymakam da vardır:
Pek hararetle çıkışma “bizde adam yok” diye
Kahvede boşboğazlarla ederken hasbıhal
Hey efendi, bari sen etme zamandan iştika (şikayet)
Nerde sen iş bulurdun olmasa Kaht-ül-rical (adam kıtlığı).
Şair Eşref (ö.1912) için bir devlet görevlisini yolsuzluktan mahkum etmek için yargılamaya gerek yoktur. Bir kağıt, bir kalem ve Türkçe ona yeter:
Geldi çöktü meclise vali gibi
Barek’allah çaldı emsâli gibi
Gerçi her telden çalar mîrim fakat
Daire öz ceddinin malı gibi
Görünen o ki, günümüz politikacılarının “laf yapıştırma” çıtasını yükseltmeleri için edebiyattan hiciv örneklerini ve halk şairlerinin atışmalarını okumaları lazım.
Siyasette “saha kapatma cezası”na uzanan “biip”li tezahüratlar duymaktansa divan ve halk şiiri herkes daha iyi bir seçenek olabilir.
Tabii kadın ve hayvanları aşağılama unsuru olarak kullanmamak şartıyla!
Ne de olsa 21.yüzyıldayız...
Zamanımızın gözde kavramlarına uyum göstermek lazım, değil mi?
Paylaş