Paylaş
Orucun yanı sıra bu günlerde aşure pişirilip dağıtılması halk arasında yüzlerce yıldır kesintisiz devam eden bir gelenek. Bu geleneğin, Hz. Nuh’un gemisindekilerle Büyük Tufan’dan kurtuluşuna kadar gittiği düşünülür. Hz. Musa’nın kavmiyle birlikte Firavun’un zulmünden de yine bu günlerde kurtulduğuna inanılır.
Ayasofya-i Kebir Camii içindeki “Hüseyin” (solda) ve “Ali” (sağda) levhaları.
HÜZÜN AYI
Ne var ki Muharrem ayıyla ilgili Müslümanların ortak hafızasında en fazla yer eden olay, Kerbela faciasıdır. Hz. Peygamber’in torunu; Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın oğlu olan Hz. Hüseyin’in 70 yakınıyla birlikte şehit edildiği Kerbela... Bu faciayı gönlünde ve hafızasında yaşatan her Müslüman için muharrem ayı, acının yeniden hissedildiği bir zamandır. 19. yüzyıl şairlerinden Vehbi’nin ifadesiyle: “Yine mah-ı muharrem geldi, oldu dideler giryan / Gönüller etti ah, azar oldu sineler sûzan.”
*
Kerbela faciasının neden olduğu kitlesel tepkiler sözlü ve yazılı kültüre damga vurmuş, İslam edebiyatının “Maktel-i Hüseyin, muharemmiyye” gibi isimlerle anılan yazı türü olmuştur. Ayrıca şiirler müzikle birleşerek dilden dile dolaşan ağıtlara dönüşmüştür: “Hüseyin attan düştü Sahrâ-yı Kerbelâ’ya / Cibril git haber ver sultân-ı enbiyâya.”
AHİRETTE NE OLACAK
Türkçe makteller içinde en bilineni elbette Fuzuli’nin “Hadîkatü’s-suadâ” isimli eseridir. Bir diğer önemli eser ise Şâdî Meddâh’ın Anadolu Türkçesiyle 14. yüzyılda kaleme aldığı Maktel-i Hüseyin’dir. Şâdî, Emevî sultanı Yezid’i ve adamlarını siyasi, dünyevi çıkarları uğruna Hz. Hüseyin’i ve masumları katletmekten çekinmedikleri için kınar: “Dini sattın dünyaya sen ey gurur/Ahirette n’olısar sana sürur (Ahirette nasıl olsun sana sevinç?).”
*
Hz. Hüseyin, Şâdî’nin dizelerinde, yaşadığı tüm haksızlığa rağmen erdemini korumayı başarır: “Emr-i Hak olsa gerektir ne edelim / Her ne gelse ol Hakk’a şükredelim.” Bu ve pek çok eserde görüleceği üzere “şehit” Hz. Hüseyin, en ağır şartlarda bile sağduyuyu elden bırakmayıp inancını yitirmeyen, imandan ayrılmayan bir rol model olarak görülmüştür. Buna göre hakiki “yiğit” sadece hakkını savunan cesur bir savaşçı değil, aynı zamanda yüksek ahlak ve erdem sahibi olan kişidir.
Lamiî Çelebi, Kitab-ı Maktel-i Âl-i Resûl
KERBELA BİZE NELER SÖYLÜYOR
Kerbela katliamını anmak, her şeyden önce orada hayatını yitirenlere bir vefa borcudur elbette. Ama bunu rutin, alışılmış bir anma olarak görmek büyük bir yanlış olur. Çünkü facialardan gereken ibreti almadığımız takdirde yenileriyle karşılaşma ihtimalimiz oldukça yüksek.
İNTİKAM PEŞİNDE
Kerbela, öncelikle bize intikam arayışının nelere yol açtığını anlatır. Her ne kadar İslam tarihinin parçası olsa da Kerbela, aslında cahiliye kabileciliğinin bir devamıdır. Emevi idaresinin Kerbela’yı “Bedir’in intikamı” olarak gördüğü rivayet edilir.
*
Hatırlanacak olursa Yezid’in dedesi Ebu Süfyan, Hz. Peygamber’in ve İslam’ın en büyük düşmanlarından biriydi. Müslümanlar, Mekkeli müşriklerin ordusunu Bedir’de yenilgiye uğratmışlardı. Tüm bu savaşlara karşın Resulullah, Mekke’nin fethi öncesinde Ebu Süfyan’ın ve tüm ailesinin güvende olduğunu bildirmişti. Tüm düşmanlıkların son bulduğunu, asla intikam güdülmeyeceğini bildirdi. Ve dediği gibi de oldu. Ancak Sıffin Savaşı ve Kerbela, meselenin Emeviler için aslında bu barışçıl adımla kapanmadığına işaret eder.
İmam Hüseyin Türbesi
*
Kerbela, aynı zamanda ortaklaşa yönetimin baskıyla, silah zoruyla saltanat düzenine çevrilmesinin sonucudur. Katliam, liyakat yerine babadan oğula geçen ceberut bir iktidarın mahsulüdür. Masum insanlara reva görülen eziyetler, devleti korumak bahanesiyle adaletten uzaklaşmanın açık örneğidir. Ayrıca kara propagandanın nasıl derin bölünmelere yol açtığının göstergesidir.
HER ŞEYE RAĞMEN
Öte yandan Kerbela bize aynı zamanda, yapılan haksızlıkların Müslümanların (Sünni–Şii ayrımı olmaksızın) kamu vicdanında asla mazur görülmediğini, unutulmadığını anlatıyor. Kerbela’nın tüm Müslümanlar için üzüntü sebebi olması, yaşam hakkı, insanca muamele, adalet, merhamet, liyakat gibi kavramların sadece çağımıza ve Batı’ya özgü kavramlar olmadığını hatırlatıyor.
*
Gelin bizler, geçmiş acıları kin ve nefret vesilesi değil, daha güzel bir dünya için ibret vesilesi olarak görelim. Ancak böyle yaparsak masumların, mazlumların ve şehitlerin çektikleri acılar sadece acı olarak kalmaz. Asıl marifet de “acıyı bal eylemek” değil mi zaten?
Paylaş