Paylaş
Ağzım kokarak gelsem bir gün yalpayalak, “bıraktım abi bu işleri, dervişlik, mervişlik, dayanamıyorum yeter, siz de umurum değilsiniz hiç artık” desem, gaflete düşsem derbeder, patlıcan gibi mosmor olsam öfkeden en küçük şeyden, aksilensem, siğiller sarmış suratımı, bin parça olsa düşen… Evet ben, fakir, Musa Dede hani gülümseyen, hani dört yıldır neredeyse yazıyorum her hafta size, bazen bilmezsiniz iki elim kanda. Her halükarda kalır mı hatırım o sevginizden? Acep fakire uzanır mıydı halden anlar yardım eliniz (Allah korusun) ayağım kaydığında?
Uçsam göklerde bir zamanın velisi Sana Hazretleri gibi de düşsem sonradan, alçalsam, bir aşüftenin peşinde domuz çobanı olsam aşkımdan, terk etsem dinimi diyanetimi, tüm vazifelerimi, yine de onun sadık dervişleri gibi vazgeçmeden dua edecek ayıkmam için, zamanın manevi kutbuna müracat edecek kurtulmam için, vefalı birkaç dost bulunur mu ki bu devirde? “Musa Dede düzenbazın teki, gerçek değil hiçbir şeyi” dediklerinde, “onun nesi gerçek, nesi değil bilemem ama, benim sevgim gerçek” diyecek yiğitler yaşar mı hala bu diyarda?
Düşenin dostu olur mu? “Bana su verdi” diyen Notre Dame’ın kamburu kadar da olsa, bulunası mı vefalı bir yürek etrafımızda? Yok ise korkarım hiç sevilmemişizdir gerçekten, biz olamamışsak o yürek sevilenimiz için, geçememişizdir şartlı şurtlu alışverişlerden, çıkamayız o halde kösnül AVM’lerimizden. Nefsani aşk, hele ruhani aşk, hele hele rahmani aşk… Sevgi vefa gerektirir ve sınanır. Ki bilinsin!
Vefa sevginin eşi, iki yaydan bir tanesi. O iki yay ki adeta iki koldur kucaklamak için açılan, bu mesafeden daha yakın olamamış yaşarken hiçbir insan. Bir yay tırmanır kavuşmaya doğru yok olaraktan, öbür yay iner varlık dolu, sanırsın uzaklaşır, halbuki paylaşmak içindir emaneti; veren el alan elden üstündür. Vefa olmasaydı kim bırakırdı sevgilinin cemalini sırf onun verdiği vazife uğruna?
Vefa İstanbul Fatih’te bir semttir. Vefamız nicedir bilmek istersen bir geç içinden. İster Unkapanı tarafından, ister Direklerarası üzeri Kalenderhane’nin oradan, ister Süleymaniye caminin yanından inersin Vefa’ya, ağır aksak; eski evler, sokaklar, tarih kokar. Yol üstünde meşhur Vefa bozacısı, girerken dikkat et mermer eşiğe, nasıl da kavislenmiş üstünden geçen nice yükten, insanların ağırlığından. Hep hizmet etmiş, kamburu çökmüş kapı eşiği, sana su verdi, boza, şıra, sirke sundu, şikayeti yok dilinde, bir tek halinden anlayana.. Tarçın, leblebi? Leb dudak demek, yani iki dudağı arasında hayat, biri arşta, biri yerde; öpün öpülesini. Dudaktan kalbe…
Ara sokaklara daldığınızda, manzara metruklaşır, yıkık dökük yapıların arasını ekmeğini çöpten çıkaran geri dönüşüm işçilerimiz mesken tutmuş, arazi apokaliptik bir görünüm kazanmıştır. Kaderine terk edilmiş mahallelerin vefadan ırak mekanlarının arasında tarihi Molla Gürani, Molla Hüsrev camileri Fatih Sultan Mehmet Han’ın hocalığını yapmış bu zatlara rahmet okutur, çoğumuz varlıklarını unutmuşuzdur. Fakire göre Vefa’nın vahası Șeyh Vefa-i Konevi Hazretleri’nin huzurudur. Namı diğer Ebu’l Vefa Hazretleri’nin türbe ve çilehanesi kendi ismini taşıyan caminin bahçesinde bulunur ve vefa sahiplerince sıkça ziyaret edilen yerlerdendir. Șeyh Efendi’nin Hz.Hallac-ı Mansur kastedilerek “Ene’l Hak’ demesine ne diyorsunuz?” sorusuna “Ne deseydi, ‘ene’l batın’ mı deseydi?” cevabı hafızamı çınlatıyor, selam olsun!
Kalplerimizin vefa mahalleleri de ıslaha muhtaç bugün. Bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olmak bir yana, şu hayatta az olsun güzelliklere vesile olan, bize hizmeti dokunan herşey vefayı hakediyor. Allah’tan gayrı mükemmel yok. O’nun ihsan ve lütfu bu kadar çokken, başımıza gelen güçlükler, sıkıntılar karşısında çarçabuk soğuyorsa gönlümüz ondan, benim gibi sırf hata ve günah olan kimseleri sevmenizi, sevginin gereği vefalı olmanızı beklemek biliyorum fazla oluyor artık. Çok giyilmekten yırtılan bir gömleğin dikildiği, delinenin yamandığı, kırılanın onarıldığı devirler hor görülen fakirliği anımsatır olmuş artık bu cafcaflı tüketim çağında. Ya biz ne olacağız kuzum kırıldığımızda tamir edecek ustalar da kalmazsa. Öyleyse istersen eşyadan başla, sevmenin kolay olduğundan başla ve hal edin vefayı, çırak ol, kalfa ol ona, ki vefayla ödenir vakti gelince elbet karşılığı da..
Vefa İstanbul’da bir semt bize benzeyen ve ne hazinelere malik nice viranelikler vardır gizlenen; bilen bilir, Rabbim istediğine bildirir…
Bir de menkıbe; Hızır aleyhisselam cami avlusuna girdiğinde ezan yeni okunmaktaydı. Cemaat birer birer abdest almak üzere yerinden kalktı. Bir tek ak sakallı yaşlı adam dışında, o kadar yaşlı olmalıydı ki, Hızır a.s. onun yardım görmeden abdest alamayacağını düşündü. Biraz bekledi cemaatten biri yardım eder mi diye, kimse çıkmadı. Yaşlı adamın yanına gelen Hızır, ibriği, leğeni, havluyu hazır edip yanına vardı ve -her zamanki gibi kimliğini gizleyerek- kendisine abdest aldırmayı teklif etti. Yaşlı adam kabul etmişti, abdest aldırırken Hz.Hızır ona “ah dedeciğim, keşke zamanında hayrın az daha fazla olaydı da Rabbim seni yalnız bırakmazdı böyle, yardım edecek kimsen olurdu senin de zor gününde” diye nasihat ettikte dede gülümseyerek cevap verdi; “dert etme cancağızım, demek fakirane hizmetlerimiz Hakk’ın dergahı izzetinde kabul ve makbul olmuş ki, hamdolsun, baksana alicenap Rabbim müstesna kulu Hızır’ı memur etmiş bugün de hizmetimize”… Aşk olsun hepinize! Hu
Paylaş