Paylaş
Tesettür’e(örtünme) dair hatırladığım ilk hikaye Tevrat’tan, Adem ve Havva ile ilgili; “Adam ve eşi -ikisi de çıplaktılar, ancak bu durumdan utanmıyorlardı..”(Tora-Bereşit 2;25) Devamında yılanın, kadını yasak meyveyi yemesi için kandırdığı mecazı(?) okuyoruz ve nihayet; “Kadın ağacın yemeye uygun, gözler için arzu uyandırıcı olduğunu ve ağacın zeka elde etme konusunda çekici olduğunu gördü. Meyvesinden aldı ve yedi. Kendisi ile birlikte kocasına da verdi ve (adam da) yedi. İkisinin de gözleri açıldı ve çıplak olduklarını anladılar. İncir yapraklarını birbirlerine diktiler ve kendilerine önlük yaptılar”(Tora-Bereşit 3;6-8)
Buradan anladığım kadarıyla utanılacak bir şey olana kadar çıplaklık bir sorun oluşturmuyordu. Ancak Yaradan’ın yasağını çiğneyen ve nefsi uyanan(gözleri iç aleminden dış alemlere dönen) insan, sonrasında günaha meylettiğinin alametlerini gizlemeye çalışıyor. Halbuki Tevrat’ın aynı bölümünde okuyoruz ki saklanmaya çalışmaları onları her şeyi gören Allah’ın hesaba çekmesinden kurtaracak değil; “Tanrı adama seslendi ve ‘Neredesin?’ dedi. ‘Bahçede sesini duydum… ve korktum, çünkü çıplaktım. Bu yüzden gizlendim’.’Sana çıplak olduğunu kim söyledi? Yoksa yememeni emrettiğim ağacın meyvesinden mi yedin?’’Yanıma verdiğin kadın -yediğim şeyi ağaçtan bana o verdi’ Tanrı kadına ‘Nedir bu yaptığın?’ dedi. Kadın ‘Beni yılan aldattı ve yedim’ diye cevap verdi”(Tora-Bereşit 3;9-14)
Nefsinin arzularına kapılarak safiyetini kaybetmeye başlayan insan bunun sonuçlarıyla yüzleşecektir. Nefs öyle perdeler dizer ki ardısıra, Rabbinin her yerde onu gördüğünü dahi unutuverir insan. Bu gibi bir “zeka” aklıevvellikten başka nedir? Öyle ki ötekini suçlamak da fayda etmez; herkes amelinin karşılığını görecektir. Ta ki Yüce Allah “Settar” esmasıyla kusurlarımızı örte; bebek gibi oluruz yine. Ancak Adem’in yaptığına Havva’yı, Havva’nın ise yılanı sebep gösterdiğini görüyoruz. Birbirinin kusurunu örtmeyenin kusurunu örter mi Allah(cc)? Kendimizi bilmemize ve ardından yükselmemize vesile olsun diye, elbet bizi sınayacak…
Ve insan mükemmel olanın yalnız Allah olduğunu, nefsinin ise günah ve kusurlarından Rabbine sığınmakla, O’nun affediciliği ve kusurları örtücülüğünün açığa çıkmasının vesilesi olduğunu anlayacak, kulluğunun kemalatı için aczini itirafla edep ve haya örtüsüne bürünecek, tevbe istiğfar kapısının sadık hizmetlisi olacak. Ki masumiyetini yeniden kazanmanın tecrübesi ve nur bedeniyle cennet bahçelerinde yeniden utanmadan yaşasın.
“Tanrı Adam ve eşine deri giysiler yaptı ve onları giydirdi”(Tora-Bereşit 3;21) Ola ki evvelce bahsedilen çıplaklık nuraniydi, günahtan sonra kesifleşen ışık-beden, insanın gayrimeşru şehvetini açığa vuracak izlerle, yer yer örtülmesi gereken kusurlu bir şekil aldı. Çünkü insan kendisine verileni lekelemişti ve temizlenene kadar hakikatinden uzak, utanılası bir yaşama kendini mahkum etmişti. Böylece Yaradan, yeniden cenneti kazanacağı saha olan Dünya’ya indireceği insana, hem burada var’olabilmesi hem de aşması gereken kesafetini hatırlaması için şu deri giysisi, ten kafesini giydirdi…
Her yeni doğan bebek sanki bu süreci yeniden başlatır. Çıplaklığıyla, utançsızdır. Ne zaman ki nefsi uyanır ve ikilikte iyiyle kötüyü birbirinden ayırma meyvesini yer, ona düşen edep ve hayadır; yoksa arsızlaşır. Yeni bir yol çizer sonra kendini bildikçe. Bu alemin gereğini anladıkça, yaşadıkça, görecektir ki her örttüğü kusur aslında kendi kusurudur. Doğrusu insan, kabınca Allah’ın güzel isim ve sıfatlarının tecelligahı olmaktadır. Kabı doldukça, cennette Cemal seyranı berraklaşır. Zahirde edep ve haya ile örttüğü her örtü(hicap), batınında zulmani bir örtüsünün kaldırılması olacaktır. Ta ki geriye kalan nurani örtüler letafetle dalgalanır. Uzak kalan ömrübillah hayıflanır.
“Allah, halimdir, haya ve edep sahibidir, ayıp ve kusurları örtendir. Hayayı ve edep yerlerinin örtülü olmasını, kötü, çirkin ve edep dışı sözlerin söylenmemesini sever. Biriniz yıkandığı zaman avret yerlerini örtsün”(Hadis; Nesai, Ebu Davud, Ahmed)
Allah’a karşı takınılan haya ve edep bir yana, inananlar “birbirini temizleyen iki el gibi”, bencillikten uzak, yardımlaşma içinde olmalıdır. Ve her insan aslına dönmeye namzettir. “Allah bizi temiz kılmak ister”, zaten bizim asli doğamız da budur…
Küçükken anne babam yabancılar varken masa üzerinde para bırakmamamı tembihlemişlerdi. Aklım ermedi, bu insanları potansiyel hırsız yerine koymak olmayacak mıydı? “Hayır” dediler, bu sadece kimsenin nefsini azdırmamak ve onu bir sınava koşmamak için bizim özenle, onların hayrı için yapmakla mükellef olduğumuz bir incelikti. Ve tasavvuf yoluna süluk edince daha iyi anlamaya başladım ki birbirimiz için özverili olmadıkça bencilliğimizden kurtulup Hakk’a vasıl olmamız zordur. Bu da bazen herkesin hayrı için, olası bazı (nefsani) keyfiyetlerden feragat ederek, kusurları örtme yönünde gayret etmeyi gerektirir. Keza dervişin bu yoldaki edebi “kusur gören gözlerini örtmek”tir. Karşımızdaki neyi açar, neyi örter bu onu ilgilendirir..
Ve tesettürlü birini gördüğümde aklıma gelir ki, bu kimse karşısındakinin günaha meyletmesinden onu korumak için, Allah rızası için, nefsinin rahatından taviz vermiştir. O halde kusurları örtmeye olan akdi dolayısıyla ben ona kusurumu açsam beni kınamayacak, hele gıybetimi yapmayacak, iyi niyetli güvenilir biri olsa gerektir. Değilse, dış giysisiyle beni kandırmış olur ki, o “tesettür”ü bilmem ahirette kendi kusurlarının örtülmesi bakımından ona ne fayda verir?
“Tesettür” kelimesini ‘google’ladığınızda karşınıza en önce sayfa sayfa moda duyuruları gelir. Bu sanırım günümüzde tesettürün çoklukla nasıl algılandığını göstermesi bakımından ibretliktir. Kıskançlığa, şehvetin uyanmasına, mal mülk sevdasına, dünyevi hırslarımızın azgınlaşmasına, birbirimize üstünlük taslamamıza yol açmaması bakımından, ziynetlerin örtülmesiyle ilgili Rabbimizin nasihati nasıl olur da tam tersi etki uyandıracak şekilde tarafımızdan deforme edilebilmektedir? Halbuki ziynetlerin örtülmesi tevazu ile, kusurların örtülmesi birbirimize duyduğumuz hoşgörü ile ilgilidir. Velhasılıkelam insanlık safiyetten uzak, hiç olmadığı kadar çıplak ve dahi gitgide utanmadan da ırak. Son deminde çarkıfeleğin bize düşen ancak -o da duyan olursa- hatırlatmak; “Edep Ya Hu!”…
Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ
Paylaş