Tarih çöllerinden bir yudum…

Politika hususunda uzman olduğumu iddia edemem.

Haberin Devamı

Dünyevi iktidar kavgasına indirgenmiş bir siyaset anlayışına epeyce mesafeli sayılırım. Ancak bu tür siyasetin insanlık tarihindeki etkisini azımsamak olası değildir. Hele bazı 'politik(!)' olaylar vardır ki, ne kadar önce yaşanmış olurlarsa olsunlar, tarafları vesilesiyle, günümüze ışık tutarlar.. İyinin kötüyle savaşını, siyahı ve beyazı, Hak ile batılın hesaplaşmasını, aradaki neredeyse tüm gri tonlarıyla resmeden olaylar.. İnsanın iç savaşını anlatırlar!

Muharrem ayını idrak ettiğimiz şu sonbahar günlerinde, dünyanın tüm yaprakları düşse de yere, hiçbir şey Hz.Hüseyin ve Kerbela şehitlerinin şerefli kanlarının toprağa düşmesinin hatırası kadar kederlendiremez 'Ehl-i Beyt' muhibbi Allah(cc) dostlarını.. Ruhları şad olsun! Nasıl ki 'kardeş kavgası' Habil ile Kabil'in karşılaşmasına dayanıyorsa, Ortadoğu politikası ve hatta dünya politikası da bugün halen, elim 'Kerbela' vakıasının izdüşümleri üzerinden okunabilir kanımca..

Haberin Devamı

Günümüz siyasi haritası üzerindeki hareketliliğe bakıyorum ve anlamaya çalışıyorum; Kimler zalim, kimler mazlum. Anlamaya çalışıyorum yezid ordularının savaş tertibini. Hangi bölükler şerrin hizmetinde ve kim perde arkasındaki komutanları? Esas önemlisi, kim Hüseyin ve kimler kılıç arkadaşları? Neredeler? Ki elim kılıç tutmasa da, o içinde bulundukları Kerbela çölünün kavurucu sıcağında, gönüllerini serinletecek bir yudum su olsun eriştirebilsem yanlarına, yeterdi bana..

Anladığımı zannettiğimden fazlasını anlamaya çalıştıkça, işin karmaşıklığı karşısında iyice hayrete düşüyorum. Müslümanlar, hariciler, fırkalar, yezidiler, müminler, kafirler, münafıklar, halifeler, yalancılar, korkaklar, yiğitler, seyirciler.. Yalnızca tarih sayfalarında değil. Sanki her yerde, her satıhtalar. Hem içimizde, hem dışımızda! Sanırsın her yer Kerbela ve her gün 'Aşure'..
Bugünü anlamlandırabilmek için, Osmanlı hanedanlığı süresince İslam coğrafyasında nispeten dinen yangının ne zaman, ne için tekrar alevlendiğini merak ediyorum. Tarihçi de değilim ama tarihten feyz almaya çalışıyorum. Görünürde olanın azıcık olsun altında yatanı araştırdıkça, işte yerim yettiğince 'Cumhuriyet öncesi' yakın tarihe dair aldığım bazı notlar, bilmem kafalarda biraz daha netleşir mi saflar :

Haberin Devamı

* Osmanlı'nın gerileme döneminde(1699-1792) Arabistan'da, Bedevi bir ailenin başı olan 'Muhammed b. Abdulvahhab'(1703-1792) adlı, Selefi görüşe sahip bir 'Şeyhülislam' çıkmış ve bu görüşü daha da ileri götürerek 'savaşçı-Selefi' bir ekol kurmaya soyunmuş.
* Abdülvahhab, marjinal görüşleri sebebiyle gerek akrabaları, gerek Osmanlı'ya bağlı yerel aşiret reisleri tarafından dışlanınca, o zamanlar küçük bir aşiretin reisi olan Muhammed ibn Suud'un(30 hanelik bir kasaba olan Diriyye emiri) himayesine girmiş, ona görüşlerini benimsetmiş ve dahi kızkardeşiyle evlenip akrabalık tahsis etmiş.
* Emir M.b.Suud, bölgedeki nüfuzunu arttırmak için (Arap milliyetçiliği soslu) Abdülvahhab'ın görüşlerini civar Bedevi aşiretler arasında yayarak topraklarını genişletmeye başlamış. Yerine geçen halefi Abdülaziz ibn Muhammed ibn Suud hükümranlığında, 1773'de Riyad alınarak merkez seçilmiş ve bir yandan da eğitimsiz Vahabi bedeviler arasında 'İhvan' kolonileri kurulmaya başlanmış.
* Amaçları, İslam'ı 'bidat'lardan arındırarak Hz.Peygamber(sav) ve halifeler dönemindeki din anlayışını yeniden dünyaya egemen kılmakmış. Şöyle ki; Kur'an ve Sünnet'in hiçbir yorum, içtihad ve tevile başvurmaksızın yalnızca zahiri anlamlarıyla uygulanması ve bu yolda kılıçla cihat..
* Vahabiler, katı Selefi din yorumunun daha da dar kendi yorumlarınca, kendilerinden olmayan herkesi müşrik kabul ederek dine davet etmişler ve İnglizler'den aldıkları güvenceyle de önceleri Osmanlı'ya vergi vermeyi reddetmiş, akabinde de baş kaldırmışlar. Öncelikle 'Hicaz' bölgesi hedef alınmış.
* Daha sonra Suriye ve Irak üzerine hücum eden Vahabi Suud'lar 1801'de Kerbela'yı yağmalayıp, Hz.Hüseyin'in türbesini talan ve tahrip ederek, halkı da kılıçtan geçirmişler. Ardından da Necef'in yağmalanması ve Hz.Ali'nin türbesinin yıkılması, katliamlar…
* Ertesi yıl 1802'de Mekke ve Medine'ye giren Vahabiler sahabelerin, Hz.Peygamber'in(sav) ve halifelerinin mezarlarını, 'fazla şatafatlı' tabir ettikleri bazı cami, medrese, hamam v.s. ile birlikte tahrip etmişler. Halkın canına ve malına kast'etmişler.
* Artık 1517'den itibaren Mekke Şerifleri eliyle Osmanlı tarafından idare edilen, İslam'ın kalbi sayılabilecek iki kutsal mekan da Vahabilerin kontrolüne girmiş. Hac yolları kapatılmış.
* İlkinde Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve oğlu İbrahim Paşa komutasındaki (çoğu gönüllü Arnavut) ordu tarafından(1817), ikincisinde de Osmanlı'ya bağlı Raşidi kabilesi tarafından(1891) yıkılan Vahabi Suudi krallıkları(2.si Necd Emirliği ismiyle anılır), 20.yy başlarında 3. defa yeniden kurularak günümüze kadar gelmiş.
* Bastırılan ilk ayaklanmada ele geçirilen imam Abdullah bin Suud, İstanbul'da yargılandıktan sonra idam edilmiş ve kesik başı boğazın sularına atılmış.
* Sultan 2.Abdülhamit'in, Hicaz'da Osmanlı'ya karşı tehlike yaratabileceği öngörüsünce ailesiyle birlikte İstanbul'da tutulan 'Şura'yı Devlet' üyesi 'Şerif Hüseyin', II.Meşrutiyet(1908) akabinde 'İttihat ve Terakki'cilerce 'Mekke Şerifi' tayin edilmiş.
* Arabistan ve İslam coğrafyasının liderliğine soyunan Şerif Hüseyin, kısa zamanda İngiliz ve Fransızlar'ın yardımıyla güçlenmiş ve I.Dünya savaşı sırasında, topladığı kuvvetlerle Osmanlı'ya savaş açmış, arkadan vurmuş.
* Bu işin organizasyonu için İnglizlerce meşhur 'Arabistanlı Lawrence' görevlendirilmiş. Şerif Hüseyin'e yıllık dörtyüzbin İngiliz lirası rüşvet bağlanmış. İngilizler, halifeliğin sonunda Osmanlılar'dan geri alınıp Hz.Muhammed(sav) soyuna geçeceğine teminat vermişler('Şerif' aileleri bu soydan gelmektedirler).
* 1916'da Cidde'nin B.Britanya'nın eline geçmesiyle kendine 'tüm Arap ülkeleri ve Hicaz kralı' ünvanı yakıştıran Hüseyin'in krallığını bir tek İngilizler kabul etmiş. Lakin kısmen bunların etkileriyle 'Şam', 'Filistin', 'Hicaz' vilayetleri de zamanla elimizden çıkmış.
* Araplar zaten Osmanlı'nın İslam'ı yaşayışını beğenmiyor, Osmanlı Halifeleri'ni şeriata uygun bulmuyorlarmış. Hanımlara verilen değer, köleliğin yasaklanması, Tanzimat'la birlikte mesela 'Hıristiyan ahaliye eşit ve kanun dairesinde muamele edilmesi' gibi gelişmeler Arap aleminde, Osmanlı'nın gitgide şeriat dairesinden çıktığı propagandasını körüklemiş. Ayrıca halifeliğin Araplar'ın hakkı olduğuna inananlar da etkiliymiş. Cumhuriyet'in ilanı ve 1924'te de halifeliğin kaldırılmasıyla ipler tamamen kopmuş olmuş.
* Böylece 1924'te fırsattan istifade halifeliğini ilan eden Şerif Hüseyin'in bu ilamı karşısında rahatsız olan, pusudaki Necd emiri ve Vahabi imamı Abdülaziz ibni Suud, yeniden meydana çıkmış, İngilizlerin(!) desteğini alarak Şerif Hüseyin'e saldırmış, Taif'te korkunç bir katliam gerçekleştirmiş. İlerlemeye devam etmiş.
* Hüseyin krallığı oğlu Ali'ye bırakıp kaçmış, ancak Ali de tutunamayınca bir İngliz gemisine binip o da tüymüş. İkili oynayan İngilizler yine de teselli olarak Şerif Hüseyin'in bir oğlu Faysal'ı Irak kralı, diğer oğlu Abdullah'ı Ürdün kralı yapmışlar. Ali, Faysal'ın yanına sığınmış. Hüseyin, Kıbrıs'ta sığınmacı olmuş.
* Sonuçta A.i.Suud 1926'da Hicaz kralı, 1932'de Suudi Arabistan kralı oluvermiş. Bu krallığı resmi olarak ilk tanıyan devlet Türkiye Cumhuriyeti, ilk kutlama mesajı çeken kişi de M.K.Atatürk'müş.
* Bu 'İslam' krallığının kuruluşuyla, başıbozuk Vahabi çeteleri kralın düzenli muhafız alayları haline gelmişler. Yeni krallığın kuruluş maliyeti 400bin ölü ve yaralı, 40bin kesik baş, 350bin kesik kol imiş.

Haberin Devamı

Ve sınırları masa başında kalemle çizilen Osmanlı sonrası Ortadoğu haritası ufak düzeltmelerle hayata geçmiş oluyormuş. Herkes galipmiş. Meğer herkes İslam'ın bekası için uğraşıyormuş(?), en başta da B.Britanya devleti. Bu oyuna teşne olan bir kısım İslam alemi de canı gönülden birbirleriyle savaşırlarken "Allahu Ekber" diye bağırır, şehit olurlarmış.. Zalim ile mazlumun kanları birbirine karışmış…

Hikaye aynı minvalde devam ediyor. Arabistan'ın, Şam'ın v.s. zengin doğal kaynaklarının emperyalist güçlerce paylaşılması, II.Dünya savaşında Naziler'le yapılan işbirlikleri, İngilizler'in Amerika'ya bayrak teslimiyle yaşanan gelişmeler, 'Müslüman Kardeşler'e evrilen 'İhvan'ın güç kavgalarına dahil edilmesi, dünyadaki İslam algısının Selefi Vahabi anlayışa kaydırılması ve İslam'ın özünü zedeleyen bir propaganda aracına dönüştürülmesi, küreselleşen siyasal İslam, sömürgecilikten bunalan cahil halkı, İslam'ı kullanarak yine kendi kendilerine karşı kışkırtabilmekle, Muaviye siyasetine taş çıkartan 'batı' politikaları ve buna karşın kurumları yasaklanan, hikmetleri unutturulan, hedef şaşırtmacaya kurban giden, vefasız halkların da 'nefs davası' peşinde sahip çıkmaktan imtina ettikleri Ahmetler, Mehmetler, Aliler, Hasanlar, Hüseyinler, Fatmalar, Zeynepler… Bunları da nasip olursa bir başka sefer açmaya çalışalım! Kazasız, belasız bir Muharrem ayı dileklerimle… Aşureniz mübarek ola, şerler def, hayırlar feth'ola! Hu

Haberin Devamı

not. Bu yazıda gönderme yapılan ibretlik 'Kerbela vakıası'nı (ayrıca 'Sıffın savaşı'nı da) bilmeyenlerin araştırmalarını tavsiye ederim. Arzu edenler 11 Kasım 2013 tarihli "Kerbela yol ayrımı" yazımı Hürriyet arşivinden bulup okuyabilirler.

Yazarın Tüm Yazıları