Paylaş
Eskiden “Lacoste” çok matah bir markaydı. Hani timsah logosu olan.. Lakin pahalı! Neyse ki uyanıklar sahtesini ürettiler. Kapalı çarşıda kolayca bulunurdu. Ama bir yıkamada renginin akması mı dersin, kumaşının kaşındırması mı dersin, en kötüsü de anlayanın bir şekilde giydiğinin sahte olduğunu çakmasıyla rezil olmandı. Bir anda “çakma” olmaklığının anlaşılmasıyla alay konusu olurdun. Ama kimsenin aklına bu sahtecilikten dolayı “Lacoste” firmasını dava etmek gelmedi. Ne yapsınlar, markaları seçkin olduğu için kopyalanıyorsa onların suçu mu? Denetlesindi devlet, herşey ortadaydı zira.. Hakkına tecavüz edilen marka, sahtesini üretene dokunulmazsa, utanmadan alıp giyen umursamazsa, itibarı mı kalır ortada? Hadi kaldı diyelim kaliteli maldan anlayanlar sağolsun, bi de üstüne sahteleri üretiliyor diye orijinal markanın suçlandığını ve yasaklandığını düşünün; olan esas o ülkenin, o düzenin itibarına olmaz mı Dünya’da. Haramlığı bir yana, belki de o sahte ürünün kanserojen falan olma ihtimali öte yana; katmerli rezalet… Bu örneği siz alın Tasavvuf kurumlarına uyarlayın!
Tabi bence mesele bu kadar masum da değil. Yeni bir Dünya düzeni tasarlayanlar, bu düzenin oluşması için kendininkiler dışındaki tüm ideolojilerin ya yok olmasını ya “tukaka” edilmesini ya da içinin boşaltılıp kendi ideolojilerinin birer uydusu olmasını istediler. Din açısından; öncekiler insan nefsi(emmare) yönünde dönüştürüldüğü ve bütünlükleri zedelendiği için inen Muhammedi İslam da aynı yönde dönüştürülmeliydi. Kuru kuruya şekli bazı unsurların, içi boş ritüellerin kalmasında sakınca yoktu; zulümle, küfürle mücadele ruhu baş hedef oldu, ve gönülleri fetheden kültürü.. Dünyevi ve nefsani putlar inşa etmenin ve bunları pazarlamanın önündeki en önemli engel buydu.
Nitekim emperyalist güçler sömürü hedeflerindeki bir çok ülkede dinin özü olan Tasavvuf ekollerinin, yani tarikatların(Hakka giden yol anlamında) büyük direnişini kırmanın önemini kavradılar ve elleri sıvadılar. Bir koldan sahteci paralel tarikatlar oluşumuna destek veriliyor, diğer koldan gerekirse siyasi erk satın alınıp direnç gösteren köklü tarikatların üzerine baskı kuruluyor, ajanların tüm şeyhlerin ne yemeyi ne yapmayı sevdiğine kadar fişlemesiyle bunlar ya satın alınmaya çalışılıyor ya şantaj vs hatta suikast yöntemleriyle hallediliyordu. Bunun yerine de “piyasa”ya sürekli “new age” sözde manevi gelişim alternatifleri sunuluyor, propaganda araçları projenin diğer önemli ayağını oluşturuyordu.. Bu, bilhassa coğrafyamızı ve hinterlandını etkileyecek şekilde uzun zamandır devam eden bir süreç…
Anlayacağınız, “Kapitalist Dünya Düzeni”nin sebep olduğu sorunlara, acılara panzehir olabilecek bir öz kültür pınarımız bu şekilde kurutuluyor. Meselenin bu günlere gelmesinde elbette kimi Tasavvuf müntesibinin de payı, en hafifinden ihmali var. Hakk yol ihmali, hafifliği kabul etmiyor. Lakin gerekli olan yasaklamalar değil “ıslahat”tır. Nasıl ki sağlık sektöründe, hukuk alanında olabilen yozlaşmalar bu sistemleri tümden lağvetmekle hallolmayacaksa.. Tasavvuf öğretisi ve bu öğretinin uygulandığı kurumlar acilen koruma altına alınmalı, kalan ehillerinin sistemi ıslah etmesinin yolu açılmalıdır. Çünkü Tasavvuf, Din-i İslam’ın iyi ahlakla, gönül eğitimiyle ilgili olmazsa olmaz bir saç ayağıdır. Akaid, Fıkıh, Kelam vs yanında… Değil mi ki ruhsuz ceset topraktan ibaret, irfansız ilim akla hakaret! Tercih bizim..
Eğer tercihimiz nefsimize uydurulmuş bir dinse boşverin bu söylediklerimi, sadece şekli yapmayı yeterli görüyorsanız ibadetleri, önemi yok. Ahlakta incelik, edep, perspektif, vera, takva, gönlün masivadan temizlenmesi, Hakk’a ve sevdiklerine, başta Resulullah’a ve Ehli Beyt’ine, veli kullarına muhabbet demode kalıyorsa varlık tahayyülünüzde diyecek bir şey yok. Ya da ben herşeyi zaten kendi başıma da hallederim diyorsanız binlerce yıllık kültürel birikime, kurumlarına sırtınızı dönerek, sağlam bir silsileyle günümüze intikal eden himmet kanallarını hiçe sayarak, yol yordam beğenmeyerek, vesilelere vefa göstermeyerek, rehbersiz, birlikteliği öteleyip bireyselliği yücelterek; Allah selamet versin! Veya din zaten işlevsizdir sizin için ama manevi gelişim arzularsınız; o halde ister felsefeye takıl, fal baktır, nevi zuhur guruların peşine düş, bir pop ikonunu idolleştir, hayat koçlarına para yatır, ister alışverişe çık, psikoloğa git, seanslara katıl, uzaylılarla konuş, meditasyon yap, koyu takım taraftarı ol, kendini bir hobiye kaptır.. Bunlar serbest, neredeyse denetimsiz, ruhani çıktıları bir kenara kimse sizi yaftalamaz, ama “tarikat” dedin mi mesele.. Aslında bu bahsettiklerimin hepsi adeta neo-tarikat(manevi yol) olmuşlar da, maksat bahane…
Tüm bu saydıklarımın yanında bir de esas -maalesef sorun olan- “Tarikat” kılığına girmiş oluşumlar var, bugünlerin gündemi haklı olarak. Ve insana, İslam’a en büyük zararı veren bunlar. Çakma “tarikat” etiketleriyle “orijinal marka”nın itibarını zedeliyorlar, alternatif yol arayanlara haklı gerekçeler sunuyorlar, gelenekten kopuşumuza kılıf uydurulmasının vesileleri oluyorlar; “rantiyye kültleri”.. Bunları görenler bir de medyanın -negatif- “tarikat” yaftalamasıyla kemikleşen anlam kaymasını gerçeği yerine koyarak işin ehline de şüpheyle bakıyor, kimi de toptan buğz ediyor. Zaten İŞİD benzeri örneklerle bu, İslam’a karşı yürütülen bir taktikti; aynısının farklı versiyonu.. Kötü örneğin örnek olmasının önü tez elden alınmalı! Mesele enine boyuna tartışılmalı…
Tartışılıyor da! Ama ne yazık ki bazı sıkıntılar göze çarpıyor; meselenin tartışıldığı programlarda nedense konunun birinci derece muhatabı olması gereken, içini dışını, esasını, tuzaklarını bilen gelenekten Tasavvuf ehli zatlara pek yer verilmediği görülüyor. Daha ziyade Tasavvufu, “tarikat” kavramını, erkanını ya tam anlamamış ya yanlış anlamış aleyhinde kimselerle sorun tartışılıyor. Üstelik kimi de akademik “titre”(ünvan) sahibi.. Bazısının konuşmalarından kendilerinin bildiğimden bambaşka bir İslam anlayışında olduğunu anlıyorum. Nursuzlar, gönlümü kıpırdatacak, muhabbet uyandıracak bir halleri de yok, lakin malumat çok. Konuları bağlayamıyorlar, gereğince anlamlandıramıyorlar, ukalalıklarından geçilmiyor ve “Kuran’a uyun” dediklerinde bakıyorsunuz aslında “Kuran’dan benim anladığıma uyun” demekte, iddiacılar. Bunların bir kısmı ortamı boş bulduklarından mı sivrilmişler, ortamlarında kendilerine takipçiler edinmişler, açıktan şeyhleri eleştirip kendileri çaktırmadan ehliyetsiz şeyhlik etmedeler, bıraksan herkese nizam verecekler. Sanırım statükolarını korumak peşindeler, gayrimeşru bağlantıları varsa yahut kurumlarında kadrolaşma olayına da girmişlerse şaşılmaz. İnsana “demek akademik tarikatlar da oluşmuş bu boşlukta” diye düşündürüyorlar.. Sanki İslam’da “dinde zorlama yoktur” ilkesi yokmuşçasına, dinin doğru anlaşılması yetmezmişçesine, dini sürekli başka “daha üstün” kavramlarla denetlemek gereğini savunabiliyorlar, “laiklik, mürid, mürşit, teslimiyet vs” kavramlarını saptırabiliyorlar, “rönesans, reform”dan bahsediyorlar, denetleme mekanizmalarını işlerine geldikleri gibi tarif etmeye kalkıyorlar, kah tekkeleri müzeleştirmeye, folklorik bir yapıya indirgemeye kalkıyorlar, bir şekilde hep kötü örnekler üzerinden korkutuyorlar… Sonra ayıkla pirincin taşını. Yazık, bunlar böyle kimi irşad edebilirler? (Kendilerinden elimden geldikçe feyiz almaya çalıştığım değerli alimlerimizi, akademisyenlerimizi, saygıdeğer hocalarımı ve konuya hakkını veren medya kurumlarını tenzih ederim)
Velhasıl her halükarda Allah’ın dediği olacaktır. Bu konu daha çok su kaldırır. Bakarsın biz bunlarla uğraşırken Batı’da(mesela merkezi Portekiz olan) bir alternatif “çatı din” kuruluverir. Biz “İslam zaten çatıdır” desek de isteyen kafasına göre takılır, herkes istediğine tapınır (tabi katılmayan çağdışı kabul edilip ayıplanır, asimilasyon mekanizması hızlanır). Yeter ki yönetişim piramidinin tepesindeki klanların düzeni devam etsindir. Ne yapalım, zorla değil ya, demokrasi var(bize “ucundan acık” olsa da), fakir vazifemi yaparım keyfime bakarım; hidayete erdiren Allah’tır, günün sonunda çakmasıyla hakikisini ayırır! Entel Hadi Entel Hakk!
Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ
Son not: Başlığa aldığım dize Yunus Emre Hazretleri’ne aittir. Onun gibi, Hz.Mevlana, İbn-i Arabi, Hacı Bektaş-ı Veli gibi zatları kültürünün temelinde sayan bir medeniyetin, onların yolunun -adı nasıl anılırsa anılsın- ebediyete kadar devam edecek yol olduğunu bilmesi, sahip çıkması, halkın kültür, eğitim/öğrenim ve bilgilenmesinde sorumluluk sahibi olanların da -Allah rızası için- yakışan hassasiyetle davranması, en nihayet yöneticilerimizin bu hayati konularda gerekli ihtimamı göstermeleri temennimdir; bizi rehbersiz bırakmasınlar vesselam..
Paylaş