Paylaş
Günlerden bir gün ve o his içimde kaynarken, 'acaba nereden geldi' diye sorgulamakla vakit kaybedemem. Çünkü bunu daha önce yaptığım günler olmuştur ve bilirim ki sorgulamakla uğraştıkça zihne çıkar, o histen uzaklaşırım. Tefekkürün ayrı yeri ve zamanı vardır. O halde iyisi mi bu lütfun zevkine varmalı, yaşamalıdır..
O his ile aynaya baktığımda güzelimdir. O gün üzerime ne giysem yakışır. Herkes güzel, herşey yakışıklıdır. Sebepler dünyası evvelki gün bıraktığım seyrindedir belki, ama benim görüşüm, bakışım, yorumlayışım bambaşka bu gün. Öyle ki sebepler kendilerini kifayetsiz görmede, kenara çekilirler. Ah o hisle 'eyvallah' demek, razı olmak, şükretmek ne kolaydır..
Bizim mahallenin yaramaz çocukları cıvıl cıvıl oynamakta, var'oluşlarını haykırmaktalar yaşama ve fakir de hissim bir başka bu sabah, çalan müzikte vals yapasım geliyor döne döne. Çıtır simit elimde.. Şu beyaz peynir ve zeytin ne lezzetli yanında taze çayla; ince belini sıkı sıkı kavratan o histir işte. Dudaklarına kondurduğu sıcak, tatlı buseyle cevap verir sarılışına. Çünkü bulaştırmışsındır ona da, içini tıngırdattığın ufak kaşıkla.. Kaşık değil aşık, köşk değil aşktır mutluluğun menbağı. Köşk, aşkın tahtı kuruluysa başköşeye, haremidir aşkın, halvetidir aşık ile maşuğun. Ve o taht nereye kurulsa, viranelikse bile saray görünür gözüme..
Köşkümden dışarı çıkacağımda, heyecanımı kontrol etmeliyimdir. Bugün piyango bana vurmuştur, lakin günün nasipsizlerine nazire yapar gibi dolaşmak da ayıp olur. Örtünme edebine sığınırım bu günlerde. Gülümseyişimi bıyığımın altına, ışıldayan gözlerimi gözlüklerimin arkasına, suretimin cezbesini şapkamın gölgeliğine gizlerim. Bir de aklımı başıma, dilimi de temkine bağlasam sıkıca. Yoksa sonum 'Hallac-ı Mansur' gibi, 'Nesimi' gibi olmasın korkarım.. Saklanırım beceriksizce ama hep açık bir kapı arar aslında gönlüm. O güne benim gibi başlamış biri, o hisle dolu birini bulmak isterim gizli gizli. Yaşamı kutlayacak bir dost. Belki henüz uyuyordur, daha uyanmamıştır. Usulca dürterim bir iki canı, homurdananlardan uzaklaşırım özür dileyerek. Gözünü açınca fakiri görüp de karşısında, muhabbetle gülümseyeni bulabilsem yüzüme ne ala, elinden kaptığım gibi birlikte alemi seyre, kutlamaya.. Kaybedilecek zaman yoktur, o his geçerse herşey eski solgunluğuna geri dönecektir. Bilirim haldir geçer, yalvarır, yakarırım hali verene, 'makam-ı daim' eylesin bu hali ki hiç bitmesin diye, hiç gitmesin burnumdan cennetin kokusu. Dayanamazmışım gibi gelir özlemine…
Yaşadım bir kere, unutamam; bütün kuru yapraklar sıra sıra yerde, parmak uçları bükülmüş göğe, sana övgüler düzüyorlardı ayrı ayrı hal dilleriyle. Sazlıkların ney üflediği gündü rüzgarla. Duvarların saydamlaştığı, martıların gökyüzünü süslediği, yoldaki çöplerin dahi sanat eserine dönüştüğü adeta.. İşte 'o his' bunları gördüren! O his olmadığında ne yapsan tadı yok; bulutlar şekilsiz, insanlar suratsız, gelecek karanlık. İstersen hep hayalini kurduğun yerde ol, etrafını saran hayranların, nezih bir davetin başkonuğusun, dışarıda bekleyen son model araban, yediğin önünde, yemediğin arkanda olsun, hep yavan; içinde mutsuzsun. O his, yok.. Seni hayatta tutan; belki tekrar uğrayacağı o günü, o anı beklersin. Ve yine uğradığında, hiç sebep yokken, herşey mutluluğuna sebep, dünyan senfonik bir ahenklilik içindedir. Seversin, sevinçlisin!
Şiir gibi bir his, mayhoş bir sefa, seninle nazlaşmak yastık kavgası tadında. Gökgürültüsü azametinde, hem boyun büküşte, duruştasın. Yalnızlıkta, mum ışığında, sayfaların hışırtısında. Açık havada, yoldasın. Tarlaların yüzüşünde, endamlı süzülüşte, saçakların altında. Cumbaların camında, kasedeki ezogelin çorbasındasın. Kadife dokusunda, Haliç'in sularında, balık sesinde. Manavın meyvaları dizişinde, solucanın büklümünde, karganın ağzındasın. Delice, cahilce, meydan okurcasına. Zig zaglar çizerek, kah ayağını sürerek. Telefonun ucunda, direklerin tepesindesin. Başüstüne, ne varsa elimde avucumda.. İçimdesin. Hey, dur, nefes alış verişlerini düzenle. Uydur ritmini, bak; kedinin koşuşunda. Eksik kelimelerde, kırık cümlelerde, seninle. Gülme, ağlama, kendini bu kadar ciddiye alma! Ne yaparsan yap, bugün o his benimle! Koca bir Ah! Ve…
Neyse ki o hissi edinmenin, o hissi muhafaza etmenin yollarını öğretir hayat okulu, o hisse teslim olanların dizinin dibinden akar 'ab-ı hayat' çeşmesi. Herbirimizin içinde mevcuttur o kaynak, kiminden damlar, kimi akar ip gibi, kimi gürülder, kimininki ise tıkalı, dünyası taşıma su ile güç bela yaşar.. Bencil kibir, akışı engelleyen kıskanç tıkaç. Bununla mücadele etmek başlıbaşına ibadet. İbadet ise niyetle başlar. İçimizdeki kaynak bizi ana kaynağa bağlar ve bu yol işlek tutulmazsa, kaynağımız bir süre sonra kurumaya yüz tutar. Başka deyişle; maddenin kökü maneviyatta. Ruhunu beslemeyenin cismi de sağlıksız olur. Biz o hissi edinmek üzere yaratıldık ve zaten yağmur gibi yağmakta, havadaki nem gibi görünmeden bizi kuşatmakta. Bununla birlikte bize düşen, yağdığında minnetle almayı, kuraklıkta sükunla sabretmeyi bilmek. Daha da ötesi köklerimizi derinlere, yeraltı sularına eriştirmek, aldığımızı ise cömertçe işleyerek çiçeğe, meyvaya, şifaya, en nihayetinde tekrardan o hisse dönüştürmek…
O kaynağı var'edene, o hissi verene, niyetimizi uyandırana, hayata, var'oluşa, parçası olduğumuz o muazzam ötesi bilince yönelmek, O'ndaki kendinle bağ kurmak, şükretmek, kıymet-bilir olmak, inanıyorum bizi 'ben' odaklı olmaktan kurtaracak. Engeller kalkacak. O his zamanla bizi sarmaşık gibi saracak, nihayetinde ondan başkacası kalmayacaktır.. Ne mutlu, o gün yeniden ve gerçekten ebediyete doğumumuz gerçekleşecek!
Kim bilir? Belki yarın, belki hemen; o his size de değecek… Yakalayın!
Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ
Paylaş