Paylaş
'Hubble'(Habıl) uzay teleskobu 2003 yılında kamerasını gözle görülebilir yıldızların olmadığı, rastgele boş bir alana dikiyor ve alabildiği tüm ışığı toplamaya başlıyor merceğine. Dünyadan bakıldığında, ayın onda biri büyüklüğünde bir alan bu. Karanlık.. Ötesi henüz meçhul. Galaktik ötesi…
Bizim çıplak gözle görebildiğimiz, gökteki yıldızların tamamı sadece bizim galaksimize aitmiş meğer. "Uçsuz bucaksız 'Samanyolu"muz.. diyecektim, o da göreceliymiş! İçinde yaşayan bizlere göre 'koca' dünyamız, mavi gezegen, güneş sistemimiz ölçeğinde, güneşin yanında ufak bir nokta gibi kalıyormuş. Galaksimiz ölçeğinde ise, mesela 'Orion' takımyıldızından bir yıldız olan 'Rigel'in(Riğl al Gabbar yahut Riğl Ğawza al Yusra) yanında güneşimiz bir nokta boyutunda.. VY Canis Majoris'in yanında Rigel yıldızı nokta bile değil-miş v.s… Bu ölçekte biz, güneş sistemimiz, zaten kaybolduk çoktan! Galaksiler boyutuna gelirsek? Hubble'a geri dönelim..
Belirlediği karanlık alana 4 ay boyunca sabitlenen teleskobumuzun ekranında yavaş yavaş binlerce farklı, ışıltılı nokta belirir. Bu ışıklardan herbiri birer galaksidir! Bahsedilen bu neredeyse nokta kadar alanda onbin(10.000) galaksi olduğu tahmin ediliyor! Her bir galaksinin takribi bir trilyona kadar(1.000.000.000.000) yıldıza sahip olabileceği kestirililiyor. Her yıldızın muhtemelen bizimkisi gibi veya az daha farklı bir gezegen sistemi olabilirmiş. Bahsettiğim görüntü, -yenisi gelmediyse- bugüne kadar alınmış en uzak görüntü; onüç milyar ışık yılı ötesinden geliyormuş. Mesela görüntülenen ışıklardan bir tanesinin samanyolumuzdan 8 kat daha fazla yıldıza sahip olduğunu hesaplamış bilim insanları. Bu o kadar büyük ki, bugünkü fizik kuramlarına göre -teknik olarak- olmaması gerekiyor, ama varmış! Bütün bunlar 'hiç' gibi görünen karanlık bir noktanın bize anlattıkları… Düşünün; Evrendeki muhtemel galaksi sayısının 300 milyardan (cüce galaksileri de sayarsak) 8 trilyona kadar olabileceği tahmin ediliyor. Sadece görünür alemler, sadece bizim boyutumuz.. Solucan deliği tabir edilen tünellerden, kara deliklerden başka boyutlara açılımlar olabilmesi de kuvvetle muhtemel deniyor…!
Kendinizi bir yerleştirin bu görüntüye, ve büyüklenebilirseniz büyüklenin bakalım. Olmuyor!
Buna karşın, Yaradan'ın -mealen- "Kainata sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım" müjdesi fizikötesi alandaki mümkünata dikkatimizi çekerek bizi sırrımıza çağırıyor ve nokta değerimizi sonsuzluğa doğru genişletiyor, aşkınlaşabilmekliğimize işaret ediyor (sözkonusu hadis tartışmalı olsa da, İmam Rabbani, Bursevi, İbni Arabi gibi ekseri sufiler sahih kabul etmiş ve şerh etmişlerdir, ancak iyi anlaşılması icab eder, doğrusunu Allah bilir)… Varlıkla hiçlik arasında bir denge noktasına yerleştirilmiş adeta, 'insan'! Tüm olasılıklar alanının kapı eşiğinde.. Alemlerden alem beğen!
Araf 7/140 ; “O, sizi âlemlere üstün kılmışken, size Allah'tan başka bir ilâh mı isteyeyim?” dedi. (Kur'an ayeti)
Gerçekten de içimiz bir alem, dışımız bir alem. Hangisi daha büyük bilemiyorum.. Çok ufakken, ilkokulda aldığım temel bilgiler üzerine tefekkür edip şöyle bir görüşe vardığımı anımsıyorum; "Nasıl ki biz bir evrenin içindeyiz, bizim içimizde de evrenler var, bilinçli varlıklar var, belki kendilerini gerçek zannediyorlar, evrenlerinin kahramanlarılar, öyle ufaklar ki parçası oldukları bütünü, yani bedenimi, varlığımı hayal dahi edemiyorlar, kendi zekalarıyla sınırlılar, benim gibi. Belki de Rabbim bana bedenimdeki zerrelerin mesuliyetini vermekle beni ilah yaptı onlara, mesulum kendimden, her zerremden bir ilahmışcasına ve hesabını vereceğim kendi Allah'ıma..". Sübhanallah! Çocuk aklı işte. Ama göreceliliğe yatmış aklım. Bilinçli ve sistemli bir hiyerarşi, büyükten daha büyük ve küçükten daha küçük bir varoluş olduğunu kavramaya meyil etmiş bile…
- Selam sana ey 'Ba'nın altındaki nokta!
1900'lerin başında 'kuantum fizik' konusunda çığır açan Nobel ödüllü Alman Max Planck'ın, kendi adıyla anılan 'Planck ölçeği' üzerinden bakarsak evrenimize, şu kuramsal bilim gerçekliğiyle karşılaşıyoruz; Anlayabildiğim kadarıyla, 10 üzeri -33 cm'den ufak ölçekte(santimetrenin bir milyar kere trilyon kere trilyonda biri) ne maddeden ne de fiziksel boyuttan bahsedebilmek mümkün değil artık. Bildiğimiz fizik kanunları çalışmıyor. Zaman, mekan kayboluyor.. Bilim adamları kuantum mekaniği kuramcılığını geliştirmeye ve bu alana ait yeni teoriler türetmeye çalışıyorlar. Ancak bu düzlemdeki teorilerin laboratuar alanı neredeyse imkansızlık dairesinde. Yine de bilim boş durmuyor. İsviçre'nin CERN laboratuarlarında yapılan türlü deneyler, çeşitli simülasyonlar üzerinden kuantum teorilerini kanıtlama çabaları genelde. Mikro düzeyde… Kuarklardan daha ufak, belirmemişlikle belirmişlik sınırında (haşa)'Tanrı parçacığı'nı arıyorlar…
Öte yandan büyüterek anlama yönüne gidersek, anladığım kadarıyla teorik olarak aşağı yukarı aynı ölçeğin üstündeki (10 üzeri +33 mt) büyükükte, form, madde, zaman, mekan bize görece kayboluyor yine, deneyimlenemez, işin içinden çıkılamaz, fizikötesi, yani metafizik bir hal alıyor bu boyutun ötesi. Evrenin sınırlarını aşmayı gerektiriyor. Ve 'Hiç'e varıyoruz yeniden. Makro düzlemde de.. Kimileri gözlenebilir evrenin 10 üzeri 27 metre boyutunda olabileceğini düşünüyorlar, kimileri de evrenin sonsuz boyutta olduğunu. Her halukarda ötesi, bilimce bilinmiyor.. Gel gör ki insan bu düşünülebilen, varsayılan en ufak ve en büyük boyutlara görece, kendi doğal yaradılış ölçüleriyle skalanın neredeyse tam ortasında duruyor! Merkezde…
Zariyat 51/47 ; Evreni (yaratıcı) güc(ümüz) ile inşa eden Biziz; ve şüphesiz Biziz onu istikrarlı bir şekilde genişleten. (Kur'an ayeti)
Son enteresanlıklardan biri de NASA'nın 2013'te yaptığı açıklama; Kainat (%0,4 yanılma payıyla) düzmüş. Hadi bakalım! Yahu bir zamanlar dünya için de "Düzdür!" diyordunuz.. Hatta arzı, bildiğiniz gökler sisteminin merkezine koymuştunuz da sonra vazgeçtiniz. Şimdi bilinen boyutlar genişleyince, tekrar 'Acaba mı?' deniliyor.. Neyse, bu iş daha çok su kaldırır! İnsanın doğasında kendini merkeze koyma vardır. Bu, kendimizden kastettiğimiz 'nefsimiz' olunca son derece çarpık, kastettiğimiz 'hakikatimiz' olunca son derece doğrudur.. İşte bilim; Daha noktayı anlamadan sonsuzluğu kavrayamayacağımızı anlatıyor bize.. Biz de demiyor muyuz, "Nefsini bilmeyen Rabbi'ni bilemez." diye…
Bilim, kendimizi, yaradılışı, Yaradanı anlamak için harika araçlardan bir tanesi. Allah'ın ayetleri her yerde. Okumak farzdır. Bildirileni bilebilmek için bizim de gayretimiz gerekli. Akıl bize boşuna verilmedi. Ancak güzel ahlak olmazsa akıl da, bilim de sapıtır, zulüme hizmet eder. Din ve bilim, gönül ve akıl gibi, aynı hakikatin farklı dilleri, doğru anlaşıldıkça, insanın hizmetinde rağbet gördükçe sırtımız kolay kolay yere gelmez. Bu bağlamda fakir için, Hak dinin eşliğinde, bilimle amel etmek ibadettir. Sizi bilmem ama bilimin açtığı ufuklar hayranlığımı, imanımı arttırır, aşkımı coşturur benim.. Bilim adamı olamadım fakat arzu ediyorum ki toplumumuz daha fazla bilim insanı çıkarsın bağrından. Bize gerici dedirtmeyin. İlerletin! Aydınlatın! İslam kültürünün Avrupa'ya, Dünya'ya her yönde örnek olduğu çağları hatırlayın. Dinimiz bilimi teşvik eder, cehaleti değil.. Sorumluyuz hepimiz insanlığımızdan! Herkes fikri, zikri, gönül hacmi kadar… Allah faydalı ilmimizi arttırsın!
not. 1858 doğumlu fizikçi Max Planck 'kuantum kuramı'yla, bir devrim niteliğinde olan kuantum mekaniğinin öncüsü olmuştur. Büyük insanların bir çoğu gibi çok zorlu ve acılı bir hayatı olmuş.. Çocukluk aşkı ilk eşini 14 yıllık evliliğin ardından 1909'da kaybeder, ardından 1916'da 1.Dünya savaşı sırasında, büyük oğlu Karl cephede ölür. Çok bağlı olduğu iki kızı birkaç sene arayla doğum yaparken ölürler. 1944, ikinci Dünya savaşı sırasında müttefik bombardımanında evi ağır hasar alan Planck'ın tüm notları, günlükleri, kitapları, belgeleri yiter, kaybolur. Son kalan oğlu Erwin 1944'de Adolf Hitler'e suikast düzenleme suçundan yakalanınca naziler yaşlı Planck'a "Nazizm'e inanç ve bağlılık duyurusunu imzala, oğlun kurtulsun!" önerisini getirirler. Planck tek kurtuluş umudu bu olan oğlunun ölümü pahasına yaşam anlayışına ters düşen duyuruyu imzalamaz. Oğlu idam edilir. Çok geçmeden de Max Planck 1947'de bu alemi terk eder.. Kim bilir bu kadar kayıba, acıya rağmen nasıl hayata tutunmuştur? Belki de bir bilim adamı olarak 'termodinamiğin birinci yasası'nın fizikötesi sırrını kavramıştır ; "Enerji yoktan var'edilemez ve yok edilemez. Sadece bir şekilden diğerine dönüşür."… Hu
Paylaş