Paylaş
Doğrudur, bu köşede sık sık fakiri yetiştiren ustam “Derviş Baba”ya minnetimi dile getiren satırlar paylaşırım.
Büyüklerimden ibretlik menkıbeler, güzel sözler aktarmaya çalışırım zaman zaman..
Överim onları da, ama acaba onlarla övünür gibi de miyim? Çünkü bu incelikli bir meseledir…
Misal olarak sosyal paylaşım sitelerinde ünlü düşünürlerden, şairlerden, Hz. Mevlana gibi büyük manevi zatlardan paylaşımlarda bulunanları ele alalım.
Bu paylaşımlara bakıp, paylaşanın da bu görüşte olduğunu, fikri özümsediğini, sorumluluğunu üstlendiğini, hatta dile getirilen hale bürünmüş olduğunu düşünmez misiniz siz, en azından o istikamette ciddi bir gayreti çağrıştırmaz mı paylaşımı?
Belki de o kadar saf olanımız kalmadı pek. Herkes oyunun farkında artık.
Șimdiki imajlar dünyasında, personalar arasında, Sinop’lu meşhur filozof Diyojen gibi, elimizde sanal fenerler “gerçek bir insan arıyoruz” kalabalık yalnızlıklarda.
Ve bizi “o insan” sansın birileri diye mi ne; profilimizi donatan güzellikler, hikmetli cümleler, ne kadar duyarlı yahut orijinal olduğumuzu sergileyen türlü sözler, görüntüler..
Biz miyiz o sahiden?
Bir şüphe bulutu geçiyor gökyüzünden… Keşke gerçek olan birşeylere dokunabilsem!
Aslında taklitten tahkike gitmeye varım. Ama az olsun taklidi hakikisine benzemeli canım. Bari bir çaba olsun, ona da razıyım.
Öbür türlü bir kandırmacaya dönüşüyor.
Kuzu postunda kurdu açlığı dışında neresinden haklı tutalım, kandırmacasını nasıl yutalım, göz yumalım?
Kurt kurtluğunu yapacak da, çoban da çobanlığını yapmalı değil mi (kurdu avlayıp sürü köpeğine çevireni de var keza)..
Manevi yollarda koyun postunda kurtluk etmenin vebali daha büyük tabi.
Hele ki insanı Allah kelamıyla aldatmak, üzerinden zulmetmek… Aman! Sonu perperişan.. Ya Hafız!
Bir de otantik olma meselesi var.. Bazen gelenler olur; “ben falanca zatın oğluyum”, “şu büyüğün bilmem kaçıncı kuşaktan torunuyum” yahut “filancalardanım”, “malum ustanın öğrencisiyim”, “bilmem hangi yolun bendesiyim” denir.
Elbet adı anılan zatlara hürmet yeridir, onların hatırına belki ikramlar edilir. Ancak şu soru hep havada asılı durur “iyi de sen kimsin kardeşim, nicesin?”
İşte, paylaşılanlarla ilgili de aynı sorunsal; “tamam da peki senin diyecek nen var, ne yaşadın, ne öğrendin, ne bildin veya bilemedin, ne yapıyorsun?”, “delilini göster, gerçek misin ey kimin nesi?”…
Takma akılla yürümüyor çünkü. Kes/yapıştır, taşıma suyla bir yere kadar…
Yalancılık, aldatmacılık zaten fena da, kolaycılık da bu yolda küçümsenecek tuzaklardan değil mirim!
Velhasılıkelam onun bununla övüneceğine, üşenmemeli; kendini bilmeli, kendini bulmalı, kendin olmalı, kainata özgün hizmetini sunmalı..
Tehlikeyi gören Pirim ‘ustayla övünmek’liği bile almış yolunu izleyenlerin elinden, şöyledir nasihati; “ustasıyla övünene derviş denmez, derviş odur ki ustası onunla övüne”.. Ustalar, arifler, alimler, sanatçılar, düşünürler, dava adamları; örnek aldığın her kimse…
Evet doğru, ben de överim nebimi, pirimi, ustamı; vefa ayrıdır, öveceğim tabi, ki sayelerinde buradayım.
Ama onlarla övünmek(böbürlenmek), hele ki onlar üzerinden kendimi övdürtmekten Allah korusun.
Kastettiğim budur. Kibir kapıda bekler, insanoğlu övülmeyi sever, kandırmayalım kendimizi, dikkat kaymasın ayaklar!
Dünya kurulu bir düzen, haddini bilmeli, rolünü iyi seçmeli, adanmalı, sonra öyle gerçek olmalı ki üzerine özünden katmalı ve her koşulda da tutarlı kalmalı.
Nihayet olduğu gibi görünen, göründüğü gibi biri olan, nitekim ölçüsüz haz verir böylesi has insan…
Olmuş gibi yapıyorlar ama, felsefe kuralıdır, yanlış örnek örnek olamaz, hiç değilse ‘yalnış örnek’ olmamalı!
Bir kimse ki taşıyamadığı sözler paylaşacağına sadece papağan gibi, haliyle güzel zatları hatırlatır olsun, bir kimse ki adını dilinden düşürmediği yolunun bari güzel kokusunu da saçar olsun, öyle bir kimse ki bana sevgiliyi anımsatsın, aşkımı artırsın, bir kimse ki dilinde bugüne dair, bana dair, tazelikler sunsun, hem kökü sağlam ve hem mütevazı da olsun; öyle bir kimse ki dizinin dibinde huzur bulunsun, yanında huzuru bozmaktan korkulup susulsun, akla Allah’ı getiren bir insan ki nuru elimdeki fenerin ışığını unuttursun…
Neden olmasın? Neden sen olmayasın? Elbette övülürsün, istemesen de…
Ne mutlu övgüne layık dervişlere! Hu
Paylaş