Paylaş
Doğrusu aklından şüphe edene ender rastlanır. Ve nadir insan cepte bildiği, sorgulamanın akla gelmediği aklının gerçekte ne olduğunu araştırır. Descartes’in savladığı üzere: “Düşünüyordur, demek ki vardır!” Gördüğümüz için gözün varlığını bildiğimiz gibi… Ama ayna olmadan göremeyiz onu, göremez göz kendini! O halde akıl da kendini saf bir aynada gördüğünde ancak varlığının gerçek niteliğiyle tanışır… Yoksa o mudur ayna? Zata bakan… Kim bilir?
“Andolsun ki; içinde sizi zikreden bir kitap indirdik. Hâlâ akıl etmez misiniz?” (Enbiya 21;10)
‘Kamus-u Türki’de şöyle diyor “akıl” için: “Düşünme ve anlama gücü; insana has olup herkeste değişik dereceleri bulunan manevi kudret. Ruh gibi, anlaşılması ve kavranılması mümkün olmayan bir sırdır”. “Sır” ki tasavvuf öğretisinde, enerji merkezlerimizden(latifeler), göğsümüzde karşılıklı bulunan “kalp latifesi” ile “ruh latifesi”nin kavuşum noktasının da adıdır. “Sır latifesi”… Kuran’ın övdüğü akıl ola ki buralarda, sadırdadır, satırda değil!
“Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki olanları akledecek kalpleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur” (Hacc 22;46)
Velhasıl “akıl, kalpte bulunan bir nurdur” demişler. Bundan sinelerdeki aklın, Hakk’tan gelen manevi ışığın yansımasının mazharı(bir şeyin ortaya çıktığı, göründüğü yer) olduğunu çıkarıyorum fakir. O halde aklını kötüye kullanan ve böylece kalbini körelten, hakikat bilgisinden uzaktır, karanlıkta kalacaktır. Aklını ruhuna ayna kılacağına, kendisine verilen özgür irade dolayısıyla nefsine hizmetkar kılarak alçaltan kişi, “Nur-u Muhammedi”den nasibini ancak yerde debelenecek kadarla kısıtlamıştır.
“Gerçek şu ki Allah katında, yerde debelenenlerin(canlıların) en kötüsü(bayağısı), (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir” (Enfal 8;22)
Anlaşılıyor ki insan olmanın olmazsa olmazı “akıl”, Allah’ın ayetlerini -ki heryerdedir- algılamanın, anlamanın, değerlendirmenin, aktarmanın bir aracıdır. Prof.Dr.Ahmed Yüksel Özemre’ye göre Kuran-ı Kerim’de akıl; 1)Düşünmek için, 2)İbret almak için, 3)Öğüt almak için, 4)Hidayete ermek için, 5)Cehalette kalmamak için, 6)-Gönül yönünden- kör, sağır, dilsiz olmamak için, 7)Kuran’ın manasını anlamak için kıymetli bir yardımcıdır. Ve bunu en ileri derecede gerçekleştirenler Kitap’ta “ulü-l elbab” deyimiyle övülmüşlerdir. Kanımca cüzi aklımızın değeri ancak bu tartıdaki ederiyle ölçülebilir.
“Cüzi akıl, söz ve işlerimizde bize delil olur, ama Allah bahsinde değeri sıfır olur” Hz.Mevlana Celaleddin Rumi(ks)
Kıymetli olan “makul” akıldır. Fazla kaçsa ukalalık, az kalsa ahmaklık olacaktır. Kim ne yapsın menzile götürmeyen, işe yaramayan aklı? “Doğru yolu akıllıdan öğrenin! Sözüne isyan etmeyin! Sonra nadim(pişman) olursunuz” buyurmuş Hz.Peygamber(sav) (Hadis / Suyuti, Camiü-s Sagir). Bu konuda aklımda kalan bir menkıbe de mealen şöyle; Sormuşlar bilgeye “Allah’tan ne vermesini isteyelim?”, “Akıl!”, “O olmazsa?”, “Doğru yola iletecek bir dost!”, “Ya o da olmazsa?”, “Uzun süreli sükunet!”, “O da olmazsa?”, “Çabuk bir ölüm!”… Aman!
“Vahye göre akıl” kitabında “İnsanın aklı Allah’ın ilminden ancak O’nun izin verdiği kadarını kavrayabildiğinden eğer insan aklını putlaştırırsa bu onu gizli şirke ve felakete, ama aklını, onun yalnızca hadim(hizmetkar) olduğu idrakiyle kullanırsa bu da insanı hakikatlerin keşfine sevkeder” diyen rahmetli Özemre, kulun aklının aynı zamanda beşeri bir “bilgi edinim aracı” olduğunu da belirterek bu aklın 1)vehim, 2)hayal, 3)mantık’a yataklık eden bir substratum/heyula olduğunu açıklıyor.
Genelde materyalist felsefe/bilimin kastettiği akıl olan bu beşeri ’akıl’; “seçim, sıralama, yön, boyut, terkib, tahlil esaslarına ve mantık kurallarına göre kategoriler ihdas etmek ve bu kategorileri yeni nesneler olarak idrak etmek yoluyla bilgi üretir, üretmiş olduğu bilgilerden hareketle de çeşitli yöntemler ihdas edip bunları uygulayarak yeni bilgiler üretir”. Bu akla “aklı meaş” deniyor ki, Hz.Ali’nin(ra) “ilim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı” sözünün muhatabıdır.
“Noktanın Sonsuzluğu” adlı şaheserinin ikinci cildinde “Akıl, şecere-i kâinattır ve bu şecerenin iki kutbu vardır. Biri en alt alemlere kadar iner ve akl-ı meaş adını alır. Diğeriyse yükseklere, akl-ı küll'e kadar uzanır ve insanı yüceltir” diyen Rahmetli Lütfi Filiz Efendi, tasavvufi aklın inceliklerine göre yedi mertebede incelendiğini bildiriyor. Bunlar en kabadan en inceye doğru; 1) Akl-ı meaş, 2) Akl-ı mead, 3) Akl-ı selim, 4) Akl-ı nurani, 5) Akl-ı ruhani, 6) Akl-ı sultani, 7) Akl-ı evvel(Akl-ı küll)’dir ve nefs mertebeleriyle ilişkilidirler.
Filiz Efendi aynı eserin birinci cildinde yaradılış bakımından aklın yerini ise şu satırlarla aktarıyor; “Allah önce nuru yarattı’ ile aydınlık nuru, ‘Allah önce ruhu yarattı’ ile hayatiyet nuru, ‘Allah önce aklı yarattı’ ile akıl nuru, ‘Allah önce kalemi yarattı’ ile irade nuru yaratıldığına ve bunların hepsi nur, yani mana yahut düşünce olarak insanda toplandığına göre insanın, esas itibariyle bir düşünceden ibaret olduğu anlaşılır ki işin gerçeği de budur”…
“Nefs muhasebesi, aklın, neleri eksik, neleri fazla yaptığını kontrol etmesini sağlamakla, benliği kendi ihanetinden korumasıdır” Hz.Haris el Muhasibi(ks)
Arapça’da “hayvanı bağlamak, tutmak” manasına gelen “akl”, insanı şerden koruduğu nispette hayırlı olmuş olur ve bunun en ince hali de düşüncelerimizin temiz ve hayırlı olmasıyladır. Neyin şer neyin hayır olduğunu bilebilmek bakımından ise kendi kendine referans olamayacak cüzi akıl ancak külli akıl rehber alınarak kullanılırsa makbuliyet kazanır. Bu bakımdan vahiy ve (peygamber hazeratını da içine katarak) onun idrakinin tecelligahı olan “ulü-l elbab”, “ehl-i marifet” bu yoldaki en güzel rehberlerdir. Bu kıstasa uygun yaşayan kimse de “akıllı”dır.
“Akıl şimşeği inayet(kayra) ufkundan, fikir gayelerinin hududunun ötelerinden çakan bir nurdur. Onun ışıkları hidayet aynasının cilalı yüzüne vurunca, sahibi maddiyat karanlıklarında onun ışığıyla, onun aydınlatmasıyla yol bulur. Böylece onun talep kuşunun başarı kanatları kuvvetlenir ve teveccüh ettiği yönde felah(kurtuluş) sabahı sökmeye başlar” Hz.Abdülkadir Geylani(ks)
Bu uçsuz bucaksız ve sırlı meseleyle ilgili bu acizane yazımızı erenlerin “bedenin abdesti suyla, aklın abdesti ilimle, kalbin abdesti ise aşkla alınır” veciz sözüyle kapatalım ve inşaallah akıllı uslu bir hayat yaşayabilmeyi başaralım vesselam…
Paylaş