Paylaş
Neticede, Roma İmparatoru Jül Sezar’ın Milat’tan önce 46’da ilan ettiği rivayet edilen “1 Ocak” yıldönümü, güneşin tanrı olarak görülmesi hasebiyle günlerin uzamaya başlamasının sembolü “kış gündönümü” kutlamalarının yapıldığı 24/25 Aralık haftasının(ki kutlamalar tüm hafta sürermiş) bitimini işaret etmekle birlikte, Roma İmparatorluğu öncülüğünde “Batı”nın Hıristiyanlığı kabul etmesi akabinde yılbaşı zamanla, ihtilaflı bir tarih olan 24 Aralık(Katoliklerin Noeli) Hz.İsa’nın doğumunun (Dünya’nın yaradılış evrelerinin tamamlanmasıyla ilintili)bir hafta sonrasına denk gelen “sünnet”(hitan) düğünüyle denkleştirilmiş görünüyor. Bu bir tevafuk mu, maksatlı bir girişim mi, tartışılır…
Aslında belki bizi ilgilendirmemesi gerekir, zira Türklük açısından bakarsak yeni yıl gelenekte bahar gündönümü “Nevruz”la başlarmış, İslam geleneğini benimseyenler(ümmet) içinse artık takvim “Hicri”, yılın başı “1 Muharrem”dir.. Ancak sömürgeciliği müteakip, emperyalizmle koşut gelişen küreselleşme ile birlikte insanlığın ortak bir takvime sahip olmaları kaçınılmazlaşmış. Bu gibi ortaklıklar genelde “seküler” bir zeminde imiş zannı uyandırmakla beraber, çoğu zaman görmekteyiz ki altında -dayatılan-“modern” kültürün başka yozlaşmış değerleri yatmaktadır(ve gitgide “öteki” medeniyetlerin değerlerini önceler hale gelmekle onları değersizleştirip yutmaktadır).
İbretlik “takvim” özelindeyse, “Milad”ın ve yılbaşının Hz.İsa’nın doğumuyla bağlantılanması görünürdeyken(ki çoğumuz noel ile yılbaşının ardışıklığının sebebini dahi bilmeyiz, geçen hafta etraflıca anlatmaya çalıştım), onun da altından pagan putperest geleneğin çıkması ilginçtir. Bizim için bunun önemi, zaman ve mekan (dünyevi)zeminini belirlemenin kültürel emperyalizmin en önemli kazanımı olmasıdır. Ki biz de bu zemin üzerinde yaşamak, bu zemin üzerine inşaat yapmak durumunda kalmakla, hep zemini sahiplenenlerin kiracısı olmakla yetinmek zorundayızdır. Sonucu da korkarım er ya da geç özgünlüğün, kültürün, tam bağımsızlığın ve yolun yitimi olabilecektir…
Çünkü belirlenen bu “zeitgeist”(zamanın ruhu) aslında ne bize üflenen ruhu çağrıştırır ne de Ruhullah Hz.İsa’nın sünnetini. Nitekim belki az sayıdaki gerçek dindar Hıristiyan’ın Peygamberlerini ve sünnetini, Hak yolunu anma vesilesi kıldığı “yılbaşı”, yapılan kutlamaların niteliği bakımından bugün, hindisiyle, çam ağacıyla, Noel Babasıyla, tüketim çılgınlığıyla, şehvetin kutsanmasıyla pagan Romalıların -kaba anlamıyla-hedonist(hazperest) alışkanlıklarının kitleler tarafından yeniden üretiminin aracı olmaya daha yakın bir görünüm arz etmektedir. Ve üstüne bir yandan “doğrusu budur” diye bakan bir kesimin baskı aracı olmakla, öte yandan “bunu böyle yapanlar külliyen kötüdür” diye bakanların şiddetli tepkiselliğini uyandırmakla maalesef meseleyi insanlık için bir “fitne” aracı kılmaktadır. Tüm bunların temsilinde insanlığın halinin gitgide helaka davetiye çıkarıcı olması aslında hepimizi yakından ilgilendiriyor…
“O, dinden size de şeriat kıldı ‘dini doğru tutun ve onda tefrikaya düşmeyin’ diye Nuh'a vasiyet edileni; Sana vahyettiğimiz ve İbrahim'e, Musa'ya, İsa'ya vasiyet ettiğimizi. Kendilerini davet ettiğin şey Allah’a eş koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer, kendisine yöneleni de hidayete iletir” (Şura 42;13)
Bakın bir yılbaşı meselesi nerelere geldi. İtidalli olmak güçleşti. Halbuki başkalarının tercihlerine hoşgörülü olmak, buna karşın kendi kültürünü korumak ve diğer toplumlarla komşuluk/insanlık zemininde karşılıklı saygı ve anlayışa dayanan ilişkiler kurmak iyiydi. Belki onlar da sizi örnek olarak beğenir, gönüllü olarak safınıza katılmayı isterdi. Dinde zorlama yoktu ve işte buydu tebliğin ideali.. Fakat bugünlerin sosyolojisi, “modernite”nin artan baskısı karşısındaki savunma refleksi ile belirli. Zaman ve mekanı, hedeflediğimiz manevi hedeflere uyumlu biçimde kuramamanın “varoluşsal” sancılarıyla, sabırlar iyice taştı. Hissim o ki sünnetler(adetler) daha da uyumsuzlaştı..
Mesele (örnek olarak ele aldığımız)yılbaşının gerçekten masumca, sevdiğimiz bir peygamber olan Hz.İsa’nın sünnet(hitan) düğününün ihyası olsaydı belki ahengi sağlamak daha kolaydı. Hz.İbrahim’in sünneti noktasında uzlaşılırdı. Ama bence ne Halil İbrahim’in, ne Hz.Musa’nın, ne Hz.İsa’nın, ne Hz.Muhammed Mustafa’nın(sav) sünnetine(yoluna) uygunluk sözkonusu. Bilakis peygamberler sünnetinin rencide edilmesi durumu bu.. Şiraze kaydıkça kaydı. Tahta, satılık nefs putu oturtuldu. Vahşi kapitalizm isteyene dini, isteyene sekülerliği kılıf olarak sundu. Sığınılacak tüm temiz köşeleri işgale soyundu. Bunu yaparken bir yandan Hz.İsa’nın ümmeti olma iddiasıyla Hz.İbrahim’in sünnetine varis olmayı da kendince cebine koydu. Nasıl mı? Anlatayım;
* “Sünnet”in yukarıda zikrettiğimiz “yol, yordam, örf, adet…” genel anlamları yanında “peygamberlerin, Hak dostlarının söz, fiil ve tasvipleri” anlamı ve özelde de “Hz. Peygamber(sav) ve ashabının itikad ve amelde takip ettikleri yol” anlamı var. Ayrıca “sünnet”in dilimizde “hitan”la(sirkumsizyon) eşanlamlı olarak kullanıldığını da görüyoruz. Allah’ın sünneti demek olan “Sünnetullah”ı ise Kuran’daki kullanımına en yakın olduğunu düşündüğüm “ilahi kanunlar; ‘fertlerin yaşaması ve ölümü için biyolojik kanunlar bulunduğu gibi toplumların yaşaması ve helâkı için de sosyal kanunlar vardır. Ancak bu kanunlar zorunlu olmayıp Cenâb-ı Hakk’ın iradesine bağlıdır”(TDV-İslam Ansiklopedisi) şeklinde anlayabiliriz sanırım. Keza tüm bunlar birbiriyle yakın ilişki içinde. Sünnet bizim açımızdan, -dinen-“doğru” yaşamaya ahdetmemizi, kötü huylarımızı nefsimizden kesmeyi, temizliği temsil etmekte..
* Mushaf’ta doğrudan hitanı farz kılan ayet bulunmamakla beraber Hz.Peygamber’in(sav) sünneti bunu Müslümanlığın şiarı kılmıştır. Yani peygamberin yoluna(sünnetine) uymadan hitan(sirkumsizyon) dahi havada kalır.
* Yaradılış itibariyle Hz.Adem’in de sünnetli olduğu, cennetten indikte günahına istinaden üreme organının sünnet derisiyle kaplandığı ve bundan sonra insanların sünnetli olmasının -Allah’ın sözüne uymak gibi- kendi gayretlerine bağlandığı rivayet edilir. Bu bakımdan “hitan”(sünnet) bir taharet(temizlik) timsali olmakla övülmüş ve pekçok kültürde uygulamaları görülmüştür.
* Hıristiyanlıkla beraber “hitan”, kalbin sünnetli(temiz) olması şeklinde yorumlanmaya başlanmış, belki aynı zamanda dine geçişi de kolaylaştırmak için dini mecburiyet olmaktan çıkarılmıştır. Ancak şu da bilinir ki Hıristiyan elitler arasında uygulanması tercih sebebi olmuştur(İngiliz Kraliyet Ailesi gibi).
* Bunun nedeni ola ki ulusların babası Hz.İbrahim’e emredilen sünnet olmanın Tevrat’ta(Bölüm 47-Sünnet;17/1-14) ardıllarına vaadedilenlerle birlikte, adeta birbirine bağlı şekilde anılmasıdır;
“Avram 99 yaşındaydı. Tanrı(YaHuve) Avram’a göründü ve ona ‘Ben Her Şeye Kadir Tanrı’yım’(İbranice “ŞeDay”-isim karşılığı ‘Ya Kafi’dir) dedi. ‘Önümde yürü ve mükemmel(tamim) ol. Anlaşmamı seninle aramda yapacağım ve seni çok çok artıracağım.
Avram aceleyle yüzüstü yere kapandı(secde etti). Tanrı(Elohim) on(unl)a (şöyle) söyleyerek konuştu: ‘Bana gelince, -işte seninle antlaşmam-: Birçok ulusun(goyim-İbrani olmayanlar için kullanılır olmuştur) babası olacaksın. Ve artık Avram diye çağrılmayacaksın. İsmin Avraam(İbrahim) olacak, çünkü seni birçok ulusun babası yaptım. Seni çok, ama çok verimli kılacağım ve seni uluslar haline getireceğim, krallar(melikler) senden çıkacak. Seninle ve ardından gelecek çocuklarınla(tohumlarınla, kültürünün mirasçılarıyla olarak da anlaşılabilir) aramdaki antlaşmayı, nesiller boyu, ebedi(Dünya’nın sonuna dek) bir antlaşma olarak yerine getireceğim; hem senin Tanrın olacağım, hem de ardından gelecek çocuklarının. Şu anda yabancı olarak yaşadığın toprakları -Kenaan Ülkesini- sana ve ardından gelecek çocuklarına ebedi bir mülk olarak vereceğim, ve onların Tanrısı oldum.
Tanrı Avraam’a ’Sana gelince, antlaşmamı korumalısın’ dedi. ‘Hem sen, hem de nesilleri boyunca ardından gelen çocukların. Sizinle ve ardından gelecek çocuklarınla aramdaki, korumanız gereken antlaşmam sudur: İçinizdeki her erkeği sünnet edeceksiniz. Fazlalık derisini keseceksiniz. Bu, sizinle aramdaki antlaşmanın işareti olacak.
Nesilleriniz boyunca, içinizdeki her erkek, senin soyundan olmayıp, gerek evde doğmuş, gerekse de bir yabancıdan parayla satın aldığın, sekiz günlükken sünnet edilecek. İster evinde doğmuş, isterse de parayla satın aldığın kesinlikle sünnet edilmelidir. Antlaşmam vücudunuzda, ebedi bir antlaşma olarak bulunacaktır. Fazlalık derisini kesmeyen sünnetsiz bir erkeğin canı, halkının arasından kesilecektir, çünkü antlaşmamı ihlal etmiştir”…
Öyleyse der misiniz; ya kuşaklardır bize krallık etmekle kafayı bozmuş birileri, Hz.İsa’nın sünnetini herkese kutlatarak aslında Hz.İbrahim dolayısıyla kendilerinin mirasçısı olduklarına inandıkları Dünya hükümranlığını tüm insanlara tasdik ettiriyor, veya bu sünneti dar anlamıyla anlayıp mevzubahis ilahi antlaşmayı yalnız kendilerine mal etmek için diğerlerine ihlal ettirmeye uğraşıyor, belki hedef şaşırtıyor, tefrikayı körüklüyor, ya da -dinen manevi babamız-Hz.İbrahim’in sünnetine ve Yaradan’la yapılan antlaşmanın temsillerine saygısızlık ettirip ayağımızı kaydırarak bizlerle şeytanca dalga geçiyor? Allahu alem!
Buna karşın bizler her halükarda Hz.Muhammed’in(sav) sünnetine uymaya çalışmakla, Kuran izleğinden uzak düşmeyeceğimiz gibi, hem Hz.Nuh’un, Hz.İbrahim’in, Hz.Musa’nın, Hz.İsa’nın da dininin mizanını bulmuş oluyoruz ki bu “hanif” din(dosdoğru olan tevhid dini) İslam olarak adlanmıştır. Doğruluk üzere olanlar ise şüphesiz Allah’ın Peygamberine ettiği vaatlerin en meşru ve layık varisleridir. İrfanı sevdirip, Hakk’ı inkardan sakındırırlar. Ve zaten onlara tüm dünyaları verseler dahi, göklerin(cennetlerin) bir zerresine değişmezler. Selamdan dönmezler. Bu onların gerçek nişanıdır… Allah yolumuzu asan eylesin, onlarınkiyle birleştirsin, ayırmasın!
Velhasıl yılbaşının hikayesi böyle karışık diye resmi takvimimizin bu senelik devirlerini (başta; gönül alma)hayır vesilesi kılmaya gayret etmeyi bırakacak, onca insanı bağlayan bir meselede dua cimriliği edecek değiliz. Öyleyse daha geç olmadan dilerim ki; Yeni yıl insanlığa hayırlar getirsin, barışın, huzurun, iyilik ve güzelliğin hakim olduğu bir sürece kapı açsın, insanlık bencillikten, cahillikten, zulmetten uzaklaşsın, nimet sahibine nankörlük etmeyi bıraksın, kulluğa yaraşır yaşasın, uğraşsın, doğruyu arasın, menzile ulaşsın.. Ki Sünnetulah bize yarasın! Amin
“Kimin dini kendini Allah’a teslim eden, iyilik sahibi İbrahim’in milletine(dinine, diline) doğrulukla uyanınkinden daha güzeldir. Allah İbrahim’i dost edinmiştir” (Nisa 4;125) Salli ve barik ala…
Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ
not: Umarım yanlış anlaşılmaz, fakir de yıllarca üzerine fazla kafa yormadan, kendimce iyi niyetle yılbaşını kutladım. Maksadım, yılbaşı özelinde geneli itibariyle dayatılan bir kültürün yozlaşmaya vardığı noktalara dikkat çekmek, bazı tarihi ve sosyolojik gerçekler ışığında, ezbere kabul ettiğimiz kimi -aslında sonradan edinilen- alışkanlıkların altında yatıyor olabileceğini farkettiğim, kültürel emperyalizmin oyun kurucularının yoldan saptırıcı muhtemel kurgularına işaret etmek, düşündürmek. İyi niyetlerle yılbaşı kutlayanları horlamak, incitmek asla değil. Nitekim herkes aynı inançlara, önceliklere sahip olmak zorunda da değil. Ola ki insanlık namına birbirimize borçlu olduğumuz ancak, tenkit ederken dahi edebi, anlayış ve merhameti kaybetmemek. Belki de en güzel sünnet; samimiyet… Sevgi ve selamlarımla, Hu
Paylaş