Paylaş
O gece yalnız başına karanlıkta, gözlerini yumup Allah’ı tesbih etmeye başladıktan kısa bir süre sonra, aniden bir görüntü belirmişti olay ufkunda; semanın direği o Hak dostu kamil insan, sevgili mürşidi bir anda karanlıkları donatıvermişti çepeçevre eteğinden serptiği yıldızlarla. Daha oluşum bitmemişti ki dayanamayıp gözlerini açtı; demek herşey böyle başlamıştı. Herhalde anlatsa kimse ona inanmayacaktı…
Derviş bunları yaşarken, zaman/mekan örgüsünün bir başka ilmeğinde, Dünya zamanına göre 1920’lerde, Einstein’in denklemleri üzerine çalışmakta olan genç bir katolik rahip Belçikalı George Lemaitre gökleri incelemekteydi. Lemaitre yıldızların ve bilhassa da teleskopla bakıldığında rengarenk bulutçuklara benzeyen nebulaların(ki sonra bunların samanyolumuz dışındaki gökadalar olduğu anlaşılacaktır) adeta bir merkezden gökyüzüne fırlatılmış gibi göründüğünü farketmişti. Bu, Einstein’in kendisinin bile kabul etmekte zorlandığı “evrenin genişlediği teorisi”ni destekler bir görünümdü. Komşu gökadalar hızla bizden uzaklaşmakta, daha uzak gökadalar daha da hızlı uzaklaşmaktaydılar. Yoksa evren gerçekten bir balon gibi şişmekte miydi?
Bilim insanları (başta da Henrietta Leavitt ve Edwin Hubble) kısa zaman sonra bu görüşü doğrulayan verileri ortaya koyarlar. Genişleyen bir evrenin evveliyatında daha küçük olduğu, hatta tüm evrenin bir “ilk atom”dan sudur ettiği düşüncesini öne sürmek ise yine rahip Lemaitre’e düşmüştü. Bu kuram daha sonra biraz da alaycı bir uslupla “Big Bang”(Büyük Patlama) olarak adlandırılacak ancak nihayetinde bilim insanlarının çeşitli gözlem ve ölçümleri sonucu saygınlık kazanarak evrenimizin fiziksel yaratılış modeli olarak kabul görmeye başlayacaktır.
Bilmem rahip Lemaitre’in 1951’de, bu teoriyi Eski Ahit’teki(Tevrat) yaradılış modeliyle örtüştüğü düşüncesiyle destekleme kararı alan Papa XII.Pius’u vazgeçirmesi yerinde bir tutum muydu? Zira bugün bilim insanları söz konusu teorinin “Big Bounce”(Büyük Sekme) olarak güncellenmesini tartışmakta. Şöyle ki; bir atom çekirdeğine düşen elektronun çekirdek tarafından yutulup yok olacağını savlayan klasik mekaniğin aksine kuantum mekaniği gerçek bir elektronun bir çekirdeğe düşmesini yasaklar; mutlak yok olma mümkün değildir. Dolayısıyla kuantum itme kuvveti, elektron çekirdeğe çok yaklaştığında onu itip geri fırlatacaktır. Böyle olmasaydı tüm elektronlar çekirdeğe düşer ve ortada hiçbir şey kalmazdı.
Evren için de aynısı geçerli. Yani madde evreni belirli bir ölçekten daha fazla sıkıştırılamazdır(bkz.Planck ölçeği). “Küçülen bir evren bir noktaya çökmez, seker ve sanki kozmik bir patlama nedeniyle yeniden genişlemeye başlar. Evrenimizin geçmişi de pekala benzer bir çöküşün sonucu olabilir”(Carlo Rovelli-fizik kuramcısı).. Hürriyet’in 18.09.2013 tarihli haberinden konuyu az daha genişletelim; “Perimeter Enstitüsü uzmanlarının kullandığı ve 2000 yılında tasarlanan bir modelde, içinde yaşadığımız üç boyutlu evren, dört boyutlu bir ‘yığın’ evren üzerinde yüzen bir zar olarak tasarlanıyor. Uzmanlar yığın evrenin bazı boyutlarının bizim evrenimizdeki büyük yıldızlar gibi çökebileceğini ve böylece dört boyutlu kara delikler oluşturabileceklerini öngördü. Bizim evrenimizde bir kara deliğin çevresi ‘olay ufku’ denilen iki boyutlu küresel bir yüzeyle kaplı oluyor. Ancak dört boyutlu evrendeki dört boyutlu kara deliklerde bu sınırın oluşması için üç boyutlu bir nesneye gerek var. Buna da ‘hiperküre’ deniyor. Araştırmacılar dört boyutlu bir yıldızın ölümünü modellediklerinde püsküren materyalin bu üç boyutlu olay ufkunu çevreleyecek bir üç boyutlu zar oluşturabileceğini gördü. Söz konusu zarın sürekli genişleyeceğini ifade eden uzmanlar, bunun bugüne kadar kozmik genişleme olarak bildiğimiz durum olduğunu ifade etti”.
“Biz göğü büyük bir kudretle bina ettik ve şüphesiz (onu) genişletici olan Biziz” (Zariyat 51;47)
Dört boyutlu bir olası evrenin olay ufkunun bizimkisi gibi üç boyutlu bir evrene işaret etmesi ve söz konusu dört boyutlu evrenin olası kara deliklerinin sınırının (evrenimiz misali)üç boyutlu bir hiper küreye yol vermesi yani adeta çözülmesi fakire atamız Adem(as)’ın eşi ile birlikte cennetten inişini hatırlattı. Çünkü Hz.İbn-i Arabi’nin(ks) kozmolojisi “ahiret”in (en az)dört boyutlu olabileceğini öngörür. İnsan ise topraktan yaradılışı bakımından üç boyutlu bir varlıktır, dolayısıyla (ahiretteki dördüncü boyut kazanımı olmaksızın) hali hazırda yaşadığı evreni de öyle olacaktır.
Üç boyut; bir boyut gerektiren duyma(“ses dalgalarının yayılımları kulak tarafından bir zamanda bir “bit” olarak mümkündür”), iki boyut gerektiren görme(“herhangi bir lahzada, sadece bir resmi, yani bir yüzeyden müteşekkil iki boyutu algılayabiliriz”) ve üçüncü boyutu oluşturan “hayal gücümüz”dür(“idrak ettiğimiz üç boyutlu mekan algısı, zamanın akışında algıladığımız iki boyutlu resimlerin birleşmesi sonucu kurulmuştur”). İbn-i Arabi’ye göre zaman, “vehim”dir(hayal, kuruntu) ancak onunla “fehim”e(anlayış, kavrayış) de ulaşmak mümkün. Ha keza iki kelimenin Arapça yazılışı da aynı olmakla birlikte ilk harfin aldığı bir nokta ile anlam değişimi oluşmaktadır.
“Bu an, o andır” Hz.Ali(ra)
Aynı biçimde kuantum fiziğine göre; “Dünya alanlar ve parçacıklardan değil, tek tip bir nesneden, kuantum alanından oluşmuştur. Artık zaman akışı içinde uzayda hareket eden parçacıklar yoktur, bunun yerine temel olayların uzay-zamanda yer aldığı kuantum alanları vardır. Evrendeki her nesnenin kendine özgü akan bir zamanı vardır, bu zamanı da belirleyen kütle çekimi alanıdır. Değişim her an her yerdedir ama temel süreçler ortak bir anlar silsilesi olarak düzenlenemez. Zaman bir varsayımdır. Kütle çekimi kuantumları zaman içinde değişim göstermez, zaman onların etkileşiminden doğar”…
Aslında bize göre bahsedilen Allah’ın sıfat ve fiillerinin tecellileridir. Ola ki baş meleklerden İsrafil(as)’ın -Melekut aleminden Mülk alemine- sur’a üfleyişinin bir başka metaforudur evrenimizin bir balon gibi şişmekte oluşu. Demek Adem’e üflenen ruh gibi, evrene de üflenmiş böylece hayat. Ve bir daha üflendiğinde -ki anladığım, üflenen nefesin geri içe çekilişi gibidir o da- bir başka alemde yaşamımız yeni bir oluşla ve yeniden başlayasıdır. O halde(zaman boyutunun vehim olduğu kabulüyle, buradaki varlığımız iki boyuta indirgendikte) bırakın “Dünya düzdür” demeyi, “bizim evrenimiz bile düzdür aslında” desek (üstatlarının dahi tam anlayamadığı fakat formüllerinin başarıyla çalıştığı)kuantum düşünüşle bunu açıklayabilmek bir şekilde mümkün oluyor gibi. Yani bir film şeridi içinde dolanıyoruz adeta..
“Ve sur’a üfürülmüş, Allah’ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde olanlar ölmüşlerdir. Sonra ona(sur’a) bir defa daha üfürüldüğü zaman onlar ayağa kalkarak bakınırlar” (Zümer 39;68)
Velhasıl onca önyargı ve bizi aldatan algılarımız olmasa, -Sufiler’in çeşitli biçimlerde ifade ettikleri üzere- nokta gibi boyutsuz bir oluştan nasıl boyutlu bir ilk atoma ve koca bir evren oluşumuna geçildiğini de açıklayabilirdik belki. Ama çoğu çağdaş bilim insanı “madde”nin çıkış noktasının “mana”(ki boyutsuzdur) olduğunu kabul etmeye yanaşmıyor ki! Boyuttan münezzehtir(ve ölçeklendirilemezdir) diye Yaradan’ın varlığını dahi reddedercesine.. Neyse ki “kuantum fiziği” çıktı da şimdi, halen alışmakta zorlandığımız “görelilik” teorisini de solladı ve aslında-kuantum alanda- ne madde ne de zamanın var olmadığını savlamak delilik olmaktan çıktı. Madem artık atış serbest, derviş de gördüğüne mi inanmasın, iddia eder ki; “evrene yıldızları Alim fırlattı!”… Haftaya konuya devam etmek üzere.. AllaHu alem ve illaHu
“O’dur(Hu) halkı ibda(izhar) eden(yaratmayı ilk başlatan), sonra onu iade eden(çevirip yenileyen, yaratmayı tekrar eden)! Ki bu(nu yapmak), O'na kolaydır! Semâlarda ve arzda en âlâ misaller(özellikler) O'nundur! ‘O’(Hu); Aziz'dir, Hakim'dir” (Rum 30;27)
Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ
yararlanılan kaynaklar: “Gerçeklik Göründüğü gibi değildir-Carlo Rovelli-Can y.-ç.Tolga Esmer”, İbnü’l Arabi/Zaman ve Kozmoloji-Muhammed Hacı Yusuf-Nefes y.-ç.Kadir Filiz”
teşekkürler: D.B., K.E., F.T.D.
Paylaş