Paylaş
Açıklamaya gayret edeyim, gözlemi, çözümlemeyi seven aklın dilinden;
Kadim dillerden İbranice'de "ani", 'ben' demek, Arapça "ene" telafuz ediliyor. "Enaniyet" de 'bencillik' demek eski dilde.
Kutsal kitaplardan bildiğimiz kadarıyla Yaradan kendinden "Ben" diye bahs'ediyor; "Ani-Ene". Mesela Tevrat'a göre, ilk defa doğrudan Rabbi'nin hitabına mazhar olan ve nihayetinde O'na ismini soran Hz. Musa'ya Allah(cc), "Ben, Ben olanım!(Eneni)" diye cevap verir..
O kendine dayalıdır ve O'ndan başka dayanak zaten yoktur. Öyleyse, buna karşın bizlerin benlik iddiasında bulunmamızın, "ben" dememizin nefsten başka bir dayanağı yokmuş gibi görünüyor hakikatte. Birlikte kaç tane "Ben" olabilir ki? Kesrette ise iş başka…
O yüzden "ben" lafzasını pek tercih etmemeye çalışırım. Minik bir nefs terbiyesi egzersizi diyelim; "fakir" derim kendime, sufilerin bir geleneği, ustamdan da böyle gördüm, edeben Allah karşısında kendimize aciz, fakir demeyip de ne edelim? Her ne kadar halim, kibirli nefsim "ben, ben" diye bağırsa da, eğitmeye çalışıyorum işte, karınca kararınca; "Hu, Hu, illa Hu", "O, O, illaki O"!.. Gerçek fakirler "kul"luk makamında, "hiç"lik büyük dava, haddimi aşıyorsam affola!
Ve fark'ettim ki İbranice lisanında 'fakir' sözcüğü de "ani" olarak okunuyor, söyleniyor. Tek fark "Ben" olan 'Ani'deki "A", "Alef" yani "Elif" harfi, alfabenin ilk harfi, ebced hesabındaki değeri 'bir', dost anlamına da geliyor. "Fakir" olan 'ani'deki "a" ise "ayin" harfiyle yazılıp okunuyor! Hafif bir telafuz farkıyla.. Aynı!
"Ayin"in, İbranice'de de Arapça'da da anlamı; "Göz"! Tüm duyularımızı temsil ediyor.. Bizim sırrımız belki de bu! 'Elif'in yerine bir 'Ayin'… Böylece 'Ben', 'fakir'e dönüşüyor! Varlık yoklukta kendini belli ediyor! Gözlemciyiz bu alemde, şahidiz Yaradan'ın lütfuna, keremine… Lakin göz de O'nun! Seyr'ediyoruz…
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'nin söylediği gibi; "Hak şerleri hayr'eyler / Zannetme ki gayr'eyler / Arif ânı seyr'eyler / Mevlam görelim neyler / Neylerse güzel eyler."…
Fakir fakirliğini bilip de bencillikten geçtiğinde, yaradılış amacına hizmet eder şekilde kendisine lütfedilen gönül gözüyle varoluşa şehadet ediyor, böylece Rabb'in ilmi irfana tamamlanıyor! Bilen, Bilinen oluyor, Bilinen de Bilen! "Bilinmekliğimi istedim" arzusu kemale erişiyor! Belki de o noktada, aynadaki görüntü mü hakiki, ayna mı, aynaya bakan mı, yoksa hepsi mi; Sırlar faş oluyor!
Sakın ola yanlış yorumlamayın; demeye çalıştığım, herkesin Tanrı olma sevdalısı olduğu çağımızda, sır "kul" olmada yatıyor, fakr… Ola ki bu sırrı açmak için Hz.Muhammed(sav); "Fakr benim övüncümdür" buyuruyor…
Anladığım kadarıyla bu yüzden namazda secdeye varıldığında "Sübhane Rabbiye'l a'lâ…", yani "En Yüce olan Rabbim her türlü kusurdan uzaktır" deniliyor. Kul başını secdeye koyarak Rabbi karşısında en alçak konumda, yerle bir iken, Rabbi'nin en yüce olduğunu ifşa ediyor. Kadim 'Kabala' öğretisindeki 'yaşam ağacı'nın en üstünde bulunan küre "Taç"ın ifadesinin "alçakgönüllülük" olması gibi, alçakgönüllülükle kulluğun idraki Rabb'in idrakini getiriyor… Bunun için eğilmek gerekiyor. Kendini bilen Rabbi'ni biliyor!
Tabii bunu ancak gerçekten yaşayan bilir, ilmen söylemek kafi gelmez, hal edinmek gerekir…
Mürşidim 'Derviş Baba'nın hep söylediği gibi; "İnsan Allah'ın sırrı, Allah insanın sırrıdır."…
Yüce Allah kulluğu bize de nasip etsin! Zira dünyayı kasıp kavuran zulümün kaynağı, haddi aşan benlik iddiamızın kibirliliğinde yatıyor. 'Selamet'e, yani barışa ermemiz, ancak tevazu içinde Yaradan'ın hoşgörülü rehberliğine teslim olmakla mümkün. Sevgiyle mümkün. Her halükarda O'nu ihtişamı tüm varoluşu kuşatıyor! İslam'ın hakikatinin bu olduğuna inanıyor, barışa, kardeşliğe, Hak'ka hizmet etmeyen her eylemin, söylemin nefsin kendi kendine zulümü olduğunu ve dolayısıyla din dışı olduğunu düşünüyorum. Rabbim en doğrusunu bilir.. Selam!
Paylaş