Paylaş
Buraya Ahmedabad’dan yataklı otobüsle 10 saatte geldim. Ahmedabad’da bir sufi türbesinin yakınındaki yoksul mahallede misafir edildiğimiz evi doldurmuş, Türk dervişlerden şifa ve dua bekleyen onlarca insanın görüntüleri daha gözlerimin önünden gitmeden, hikayeleri zihnimden silinmeden, Ajmer sokaklarını dolduran malang, fakir ve gariplerin halleri kırık kalbime acımasızca hücum ediyor. Üçüncü kez geldiğim Hindistan’da şimdiye dek hep Hindu kültürünün izlerini takip etmişken bu sefer Müslüman Hindistan’ı deneyimliyorum. Hindistan dünyanın ikinci büyük Müslüman nüfusunu barındırıyor. İngiliz politikalarıyla koparılan Pakistan ve Bangladeş de dahil olsa dünyada birinci kalabalık Müslüman nüfus burada. Bu güne kadar ‘aman Hindistan’a gideyim’ diye bir düşüncem olmamıştı. Kader daha önce iki kez dünyevi aşkın peşine fakiri buralara sürüklemişti ve son gelişimde Allah’a yakarmıştım; “Ya Rabbi bir daha bu ülkeye geleceksem ilahi aşk için olsun lütfen.” Aradan neredeyse dört sene geçmiş. Bu arada ‘Sultan-ül Hind’ Hazreti Muiniddin Çişti’nin dervişleri için kaleme alınmış, Çişti tarikatının esaslarını ve uygulamalarını anlatan bir kitapçığı Türkçeye çevirmiştim. Tasavvuf’u daha derinlemesine kavramaya başlamamda bu sürecin çok etkisi olmuştu. Erenler hizmetimden memnun kalmış olacak ki bugün Doğu Asya’nın bilinen en büyük Allah aşıklarından Hoca Garib Nawaz’ın (gariplerin koruyucusu) huzuruna davet edilmiş ve O’nun rehberliğinde içimdeki Allah’a doğru bir hac yolculuğuyla nasiplenmiş bulunuyorum…
Burada insanın haline şükür etmesi için sebep çok. Yol kenarından akan lağımın dibinde çıplak ayak, başı kabak pis elleriyle bugünkü rızıklarını yiyen çocukların gülümsemesi, ineklerle beraber çöpleri karıştıran yaşlı meczubun yorgun ezgisi, dergâh duvarına yaslanmış, sabırla nasiplerini bekleyen dervişlerin pırıl pırıl gözleri; Kalender çömezleri, fukara malanglar… Hiçbir şeye sahip değiller, hiçbir şey de onlara sahip değil! Hazreti Peygamber’in (sav) “Fakr benim övüncümdür” hadisi şerifi kulaklarımda çınlıyor. Yolculuğun başından beri hastalık peşimi bırakmıyor. Günlerdir, geceleri 5 dereceyi bulan soğukta, ince bir yer yatağında taşın üzerinde uyumaya çalışıyor, gücümü biraz toparlayabildiğimde tuvaletin bir köşesinde ısıtabildiğim birazcık suyla yarısını doldurabildiğim kovadan maşrapayla abdestimi tazelemeyi güç bela becerebiliyorum. Yemekler içimi yakıyor. Ama burada gördüklerimin yanında krallar gibi yaşadığım da söylenebilir. Her şey göreceli! Az kalsın katlandığım zorluklardan dolayı övünecek gibi oluyor, gösterdiğim alçakgönüllülük halini nefsime kabul ettirebilmenin hoşnutluğunu yaşamaya yelteniyorum ki Allah bana bir manzara gösteriyor, utancımdan neredeyse yerin dibine geçeceğim: Biri bacakları olmayan, öteki çolak iki garip yerde oturuyorlar. Bacaksız olanı “Allaah” diyerek yerde bir takla atıyor, kötürüm olan “Hayy” diyerek peşinden takla atıyor, bir takla daha; “Allaah”, öteki tamamlıyor; “Kayyuum”, bir takla ve “Allaah”, öteki; “Keriim”… Böyle böyle sokağın ilerisine doğru yerde takla atıp Allah’ın güzel esmalarını birbiri ardına karşılıklı zikrederek ilerliyorlar. Neşeyle gülmedeler. Hemen yanda bir başka garip, yapabildiği yalnızca başını dahi kaldıramadan yerde sürünmek ve tek sağlam elinde tuttuğu maşrapaya atılacak birkaç rupiyi umud etmek. Onların haline mi kendi halime mi ağlayayım? “Allahım ben bu kadar alçalamam, yapamam, haddimi bildirdin, ne olur affet!”
Burada tüm bu insanların toplanma sebebi ‘Garib Nawaz Muiniddin Çişti Hazretleri’nde tecelli eden Allah’ın ‘Rahman’ sıfatı olsa gerek. Hazretin dergâhından, 1200’lerin başında rüyasında Hz.Muhammed’den (sav) aldığı talimat üzere Hindistan’a geldiğinden beri Hindu, Müslüman, zengin, fakir herkes nasiplenmiş. Çocuğu olmayan Moğol imparator Akbar dahi yüzlerce kilometreyi yalınayak katederek medet aramaya Hazretin dergahına gelirmiş. Bugün dahi bu maneviyatın birleştiriciliği insanları kucaklamaya devam ediyor. Her gece dergâhta dev kazanlarda pişirilen aş ‘langar’ binlerce insanı doyuruyor. Yemekler her inanıştan insanın, vejetaryen Hinduların da yiyebilmesi için etsiz pişiriliyor. Hazretin türbesi her daim tıklım tıklım, üzerinden gül yaprakları asla eksik olmuyor. Halbuki mesela imparator Akbar’ın mezarını ziyaret etseniz ne sunulan bir demet gül ne de duygulanıp ağlayan bir kişi göremezsiniz. Hangisi gerçek ‘sultan’ siz karar verin! Burada geçirdiğim yılbaşı gecesini asla unutamayacağım. Hasan Efendi, Türkiye’den altı ve Hindistan’dan iki derviş, elimizde mazharlar (bendir), gönlümüzde aşk, o geceyi Çişti Hazretleri’nin huzurunda geçirmeye niyet ediyoruz. Türbe çok kalabalık. Dergahta türbenin kapısına bakan platformda kendimize bulduğumuz alanda başlattığımız zikirin heyecanı ve ritmi yükseldikçe etrafımızı saran kalabalık artıyor. Öyle ki dergâhta az ötemizde koca ses sistemleriyle neredeyse 24 saat kesintisiz Çişti sufi müziği icra eden Qawalilerin sesi bizim bulunduğumuz alanda duyulmaz oluyor. Aşka gelen insanlardan, belki yiyecek parayı zor bulanların ceplerindeki parayı önümüze koymalarından çok etkileniyorum. Burada adet böyle. Biz tabi ki bunu kabul etmediğimiz gibi fakir de cebimdeki paradan utanıp tümünü meydana dökmeye yelteniyorum. Allah’tan kendimi bu işi destursuz yapacak kadar kaybetmiyorum da edeben Hasan Baba’ya destur soruyorum. Destur yok. Yoksa belki de Türkiye’ye dönecek param dahi kalmayacak. Akıl baştan gitmek üzere pamuk ipliğiyle bağlı. Zikir bittiğinde yeni yıl gelmiş, içimizde bir neşe ve ferahlık. Ama burada fantastik zuhuratların sonu gelmeyecek gibi; dergahı terk etmeden, türbenin önündeki duvarın kenarında bir yeni yıl mumu uyandırıp Hz.İsa’yı anıp, tüm sevdiklerim ve sevenlerim için dua ederken yanımıza renkli kıyafetleriyle, sonradan Müslümanlığı kabul etmiş uzun sarı saçlı yakışıklı bir derviş geliyor, niyaz ediyor. Yaptığımız zikirden etkilenmiş. Biz de onu yakın buluyoruz ve kaldığımız yere, soframıza davet ediyoruz. Aklımıza adını sormak geliyor, ne dese beğenirsiniz? ‘İsa!’ Böylece bir yılbaşı gecesi sofrasında İsa, Musa, Muhammed Emin, Ahmed, Hasan, Hüseyin, Selman, Fatıma, Sümbül ve Abbas bir arada muhabbetteyiz… Buranın müstahdemi Yunus da bize hizmet ediyor. Bu sofradan size de selam ve aşkı niyazlarımla! Hu
Fotoğraflar = Raoul Amaar Abbas
Paylaş