Paylaş
Batı dünyasının askeri örgütü NATO’nun Genel Sekreteri Jens Stoltenberg 3 Ağutos’ta CNN International kanalında yayınlanan konuşmasında NATO-Rusya ilişkilerinin “Soğuk Savaşın bitiminden bu yana en zor” dönemini yaşadığını söyledi.
Gerekçe olarak da Rusya’nın Ukrayna’yı “istikrarsızlaştırma” çabalarını gösterdi.
Rusya-Ukrayna krizi 2014’de baş göstermiş ve Kırım’ın tartışmalı bir plebisitle Rusya tarafından ilhak edilmesiyle zirveye ulaşmıştı.
Baltık bölgesinde, Polonya sınırı boyunca ve Boğazların stratejik rolünün bulunduğu Karadeniz’de NATO ve Rusya tatbikat üzerine tatbikat yapıyor, karşılıklı birlik yığınağı yapıyorlar. NATO Genel Sekreteri ise buna karşı gerilimin daha da artmaması için “caydırıcılık ve diyalogun” birlikte yürütüldüğü bir çift-hat diplomasisi yürüttüklerini söylüyor.
Bir de ABD Başkanı Donald Trump etkeni var. Kongrenin Ukrayna nedeniyle Rusya’ya yaptırım uygulama kararını istemeye istemeye imzalamak zorunda kalan Trump, Twitter hesabından ABD-Rusya ilişkilerinin tarihteki en kötü döneminde olduğunu söyledi.
Burada Trump’ın tarih bilgisini sorgulayabiliriz elbet ama ilişkilerin en kötü durumunda olmasa bile oldukça gergin bir durumda olduğunu söylemek mümkün.
ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence geçenlerde Karadağ ziyareti sırasında Rusya’nın Doğu Avrupa ülkelerinden toprak alma peşinde olduğunu söyleyince Moskova’dan “Bunlar ilkel Soğuk Savaş ideolojisi” cevabı verilmişti. Şimdi bir Soğuk Savaş benzetmesi de NATO Genel sekreterinden gelmiş oldu.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki nükleer güç dengesiyle tanımlanan Soğuk Savaş’ın 1991 sonunda Sovyetlerin yıkılıp Rusya Federasyonuna dönüşmesiyle sona erdiği kabul ediliyor.
Uluslararası hukukun ve uluslararası kuruluşların işlevsizleşmesinin örneği en çok Ukrayna krizinde açığa çıkıyor. Çünkü hem Rusya, hem Ukrayna Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) üyesi ve tıpkı Birleşmiş Milletlerin çabalarında olduğu gibi oradan da çözüm çıkmıyor.
Uluslararası ilişkilerdeki bu yeni dengesizlik hali önceki ABD Başkanı Barack Obama’nın 2014’de Rusya’nın Ukrayna hamlelerine karşı demeçler dışında pek bir şey yapmayacağını belli ettiğinde ortaya çıkmaya başlamıştı.
Aslında ondan önce Suriye vardı. Obama’nın Rusya desteğindeki Beşar Esad’ın kimyasal silah kullanması halinde ABD’nin eyleme geçeceği yolundaki ültimatomundan geri adım atması Moskova’ya ilk önemli işaret olmuştu; Ukrayna onun sağlamasıydı. Çünkü Suriye NATO bölgesi dışındaydı, oysa Ukrayna Avrupa’nın Doğu sınırıyla Rusya arasında NATO’yu gayet ilgilendiren bir konumdaydı.
İşin tuhaf yanı şu anda Ukrayna’da zıtlaşan ABD ve Rusya’nın Suriye’de IŞİD’e karşı –eskisi gibi olmasa da- işbirliği yapıyor olması. Tabii Ukrayna zıtlaşmasının Suriye’ye yıkıcı yansımaları olabilir. Ne de olsa İran da hem Suriye, hem Irak’ta asli aktörlerden birisi ve ABD’nin yeni yaptırım kararlarını 2015’teki Obama-Ruhani tokalaşmasıyla gelen nükleer anlaşmanın ihlali sayıyor.
Bu denklemde Türkiye’nin durumu da olağandışı. ABD önderliğinde IŞİD’e karşı koalisyonun parçası olduğu, İncirlik üssünü kullandırdığı halde YPG işbirliği nedeniyle ABD ile ters düşen Türkiye, Karadeniz’de ABD ve NATO güçleriyle tam işbirliği içinde. Hem de Rusya’ya ABD yaptırımının Türk Akımı enerji projesini tehlikeye atması ihtimali ortada duruyorken.
Tabii bir de Türkiye’ye çok uzak olduğu için ucu bize hiç değmeyecekmiş gibi düşündüğümüz Uzak Doğu’daki kriz hali var.
ABD hem Çin, Japonya ve Güney Doğu Asya devletleri arasındaki Pasifik Okyanusundaki ekonomik alan gaspı tartışmasına taraf, hem de Kuzey Kore’nin Güney Kore, Japonya ve en son füze denemesiyle artık ABD topraklarını tehditlerine.
Hukuk zayıfladıkça adaletin temeli olan yaptırım gücü de zayıflıyor, gücün yaptırımı onun yerini alıyor.
Uluslararası hukuk ta da böyle; uluslararası hukuk çözüldükçe, uluslararası kuruluşların yaptırım gücü, örneğin kişi hak ve özgürlüklerine sahip çıkma gücü, krizlerin savaşlara dönüşmesini önleme gücü de zayıflıyor.
Doğuda ve Batıda hükümetler Meclislerinden daha fazla silahlanma bütçesi isterken, uluslararası hukukun zayıflaması, bölgesel savaşların yaygınlaşması ve yaygın savaşlara dönüşmesi riskini ne yazık ki artırıyor.
Paylaş